12 Mart 2010 Cuma

Güncellemeler 15: Çömezin gözünden


**İhtisasa başlayalı bugün itibariyle tam 7 ay, doktorluğa başlayalı ise 10 ay olmuş. Göz açıp kapar gibi... O değil de ilk ameliyathaneye indirildiğim günü hatırlıyorum. Hoca uyumu ve toleransı son derece kötü olan bir hastaya lokal bademcik ameliyatı yapıyordu. Hasta bağırıyordu, öğürüyordu, ağzını açmıyordu... Resmen brutal bir görüntü vardı ortada. Ben ise faltaşı gibi açılmış gözlerimle olayı izlerken, uzmanlardan birisi benim dehşetimi görüp; "Korkma, hepsi böyle olmuyor" demişti. Gerçekten olmuyormuş. Şimdi üzerinden sadece 7 ay geçmesine rağmen aynı ameliyatı ben yapıyorum. Ne o dehşetten eser kaldı, ne korkudan...

**Bahar, geliyor musun, gelmiyor musun karar ver canım. Mart başında havalar 20li derecelere çıkınca nasıl da sevindik, ama allahaşkına çamur yağması nedir? Hem de en sevdiğim siyah ceketimin üzerine, yeni yıkattığım siyah arabamın üzerine? Hiç yakıştıramadım. Kendine çeki düzen ver, bak zaten 9 gün sonra geceyle gündüz de eşitlenecek, cemreler falan da düştü. Yeter artık.

**Bir aydır Blog yazmadığıma karar verdim. Bir aydır film de izlemiyorum. Gitar da çalmıyorum. Kayıt da yapmıyorum. Spora gidecektim ona da başlamadım. Sanırım klasik bahar ayları koza dönemine girdim. Yine de bu olayı kırmak için iki blog yazısı ardarda yazıyorum. Ha demem odur ki, fazla zorlanmış bir yazı olduğu kanaatine kapılırsanız, evet zorluyorum doğrudur:)

**Ocak sonunda ertelediğim İstanbul ziyaretimi bu ay sonunda yapıyorum. Bu kez kar da yağsa, taş da yağsa gideceğim. Bir de nisan sonu, mayıs başı gibi boş bir haftasonumda, hazır tüm aile üyeleri orada olacakken, bir Diyarbakır ziyareti planlıyorum. Özledim yahu, geçen yaz o kadar sıkıldığım zamanlar olmasına rağmen evet, gerçekten özledim. Hem belki köydeki sağlık ocağıma da giderim. Ya da zaten iki günlüğüne oradayım gitmeye de bilirim.

**Yaz için New York diyordum da tuhaf ve aklımda daha önce olmayan yerlere de gidebilirim. Şam-Halep-Beyrut olur, Hindistan olur, uzakdoğu olur. Hepsi masada. Varsa önerisi olan onları da dikkate alırım. Ya da bahsettiğim yerlerle ilgili anıları, git-gitme gibi diyecekleri olanları da yorum kısmına alayım lütfen

**Alsancak'ta Reyhan pastanesinin sokağından ilerleyip soldan ikinci sokağa girince Maya diye bir kafe göreceksiniz. Oraya gidin, kahve için, brownie yiyin. Güzel ve sakin bir yer istiyorsanız Maya öyle bir yer. Ya da hepiniz gitmeyin. Maya sakin ve güzel kalsın(sezar hakkı: 24th fret)

**İzmir'e döndüğümde başlayıp iki ay öncesine kadar süren çılgın alışveriş aşkı durulmuş gibi. Artık doyuma mı ulaştım, ya da Zara'nın kış kreasyonunda alacak birşey kalmadığından mıdır bilemiyorum. Belki İstanbul ziyareti yeniden alevlendirir. O değil de İstanbul'a H&M açılmış diyorlar doğru mu?

**Huzur değişik bir kavram. Bazen sadece bir koltuk, bir battaniye, bir kadeh şarap, bir adet ufo ve izlemeye değer bir film yetebiliyormuş huzur için. bir de o esnada saçlarınızla oynayacak bir el ile yatacak bir diz de lazım. Ama sadece diz ve el olması çok ürkütücü olur. Sahibi de var elbette ki siz zaten anladınız ne demek istediğimi.

11 Mart 2010 Perşembe

Pandora kutusunda büyük hissediyor

Açmayacaksın o kutuyu canım

http://www.magicboxlive.com/images/MAGIC-BOX-LOGO(web).jpg

Açarsan ne olur? Hep oldu, bundan sonra da olacak, yılların emeğiyle kurulan bir arkadaşlık yerle bir olur. Ya da yerle bir olması an meselesidir.

Evet, iki insan karakter açısından birbirine zıt olabilir, ama bu durum o iki kişinin arkadaş, hatta çok samimi iki arkadaş olmasına engel olmaz. Hem çeşitliliktir bazen aranan, zıt fikirlerdir. Aynalarla gezerdik aksini isteseydik.

Bu zıtlığa rağmen sen yıllardır bir sorun hissetmeden iyi günü, kötü günü paylaşmışken. Bir anda karşındakinin her hareketi, her sözü sana batmaya başlamışsa sorun biraz da sendedir.

İki insan arasındaki sorunlar konuşularak çözülmez. İki insan arasındaki sorunlar hazmedilerek çözülür, görmezden gelinerek çözülür. Çünkü aslında sorun diye adlandırdığımız şeyler karakter farklılıklarının sivri kısımlarıdır. Yıllarca öğrenirsin o sivri kısma nasıl dokunursan elinin acımayacağını. Ya da dokunmamayı...

Günün birinde karşındakiyle sorunlarını "konuşmaya" karar vermişsen, bunun sadece ama sadece bir anlamı olabilir: O insanı artık gözden çıkarmışsındır. Çünkü o konuşma çorap söküğü gibi uzar. Taa eskilere kadar gider. Konuştukça ne kadar karşındakine battığını ya da karşındakinin sana battığını anlarsın. Anladıkça şaşırırsın

Dediğim gibi yıllar süren bir arkadaşlığı bozmanın en iyi yolu, o kişiyle sorunlarını konuşmaktır. Çünkü karşındakine tarih ve yer vererek anlattığın her örnek seni sona bir adım daha yaklaştırır.

Bu aşamadan sonra iki şey olur. Ya bu konuşma hiç yaşanmamış gibi davranır ve mevcut sivriliklerle yaşamaya devam edersin, ya da daha muhtemeli karşındakini artık her söylediğini iki defa düşünecek, konuşmadan önce duraklayacak bir duruma sokarsın. Düşünür artık "acaba bu yorumum da onu rahatsız edecek mi" diye

Ama her zaman daha kolayı vardır. Konuşmanın sonunda gecenin bir yarısı, bu konuşmayı iyi ki yaptığınızı söyler, kucaklaşarak vedalaşırsınız ve karşındaki kapının eşiğinden muhtemelen bir daha girmemek üzere çıkarken onun gidişini izlersin. Böylece dünya üzerindeki milyonlarca arkadaşlıktan biri daha bitmiş olur.