22 Mayıs 2012 Salı

Gri limanlar


Stephen King, Kara kule serisinin sonunda, hep sonlarla ilgilenen acımasız okurlardan "Sizler yolculuğun keyfinin yolculuğun kendisinde değil de varış noktasında olduğuna inanan talihsizler, sizler yorgun karakterlerin dinlenmeye çekildiği Gri Limanları reddeden zalimlersiniz." diye bahsediyor.

Hiç bir zaman sonları sevmedim. İyi de, kötü de bitse hiç bir son beni mutlu etmedi. Okuduğum uzunca seriler, sezon sezon diziler... Bağ kurduğum hiç bir şeyin sonunu görmek istemedim. Çıktığım uzun yolculuklarda en çok ara durakları sevdim. Bazen 5 saatlik tren yolculuğu, gideceğim istasyonun kendisinden daha çok heyecan verdi.

Bazen yararlı aslında sonlar, zira bir şeyleri paylaşan insanlar birbirlerini gerçekten en sonda tanıyorlar. İlişki müessesesi beklentiler üzerine kurulmuşken, bu beklentiler bazen insanları mutsuz edip çileden çıkarmaya yetiyor. İnsanlar kendilerine yalan söyledikleri sürece mutsuz, ummaya devam ettikleri sürece ise sefil oluyorlar. Bu sefalet ve hüzünle başa çıkamadıkları o uzun yolun sonuna geldiklerinde ise çirkinleşiyor, gerçek yüzlerini gösteriyorlar. Geriye yolun kendisi değil de o, kargalarla dolu, yararlı ama kekremsi son kalıyor.

O yüzden hep yolculuklarımı hatırlıyorum sevgili okur. Tren camının soğukluğu, uçak penceresinden içeri dolacakmış gibi gelen beyazlık geliyor aklıma yolculuk deyince. Yolun kendisi, hiç bir sona ulaşmaksızın...

3 Mayıs 2012 Perşembe

Evler


...ve adam sürüklenmeye devam etti. Rüzgar nereye götürdüyse oraya gitti. Elinden kim tutup çektiyse, kendini orada buldu.

Kendi evinin rahatlığını, koltuğunun konforunu aradı, ancak başkasının evinde kalmak daha kolaydı. Ne de olsa bir evden gidebilmek, bir başkasının evinizden gitmesini beklemekten daha az gerginliğe neden oluyordu . Bu nedenle farklı kokuları olan farklı evlerde uyudu. Yerin dibindeki ve en temiz şeyin kedi olduğu evden kendini kirlenmiş hissederek çıktı. Dikine uzanan binalardaki körfez manzaralı evin semtinden ve temsil ettiği her şeyden tiksindi. Dağınık öğrenci evlerindeki çarşafsız yataklarda dizleri ve dirsekleri yara oldu. Üçüncü kişilerin evlerindeki rahatsız kanepeleri paylaştı...

Sürüklendi. Sürüklendikçe içindeki boşluk büyüdü, kendinden uzaklaştı. Sürüklendikçe her şey anlamsızlaştı. Hissizleşti. Bütün hislere yukarıdan bakmaya başladı. Çevresindekilerin ilişkilerini küçümsedi. Hiç bir beklentisi olmadığı insanların bulduğu diğer insanlara ve onların paylaştığı şeylere kulplar taktı. Aşk acısı çekenlere güldü. Yaşanan heyecanlara anlam veremedi.

Alıştığı hayat tarzını sürdürebilmek için işine gidip geliyor, kazandığı parayla da dönüşümüne yatırım yapıyordu. Dönüşümü, duyularına ve ihtiyaçlarına hizmet eden bir varlık olma yönündeydi.  Adam her şeyin farkındaydı ve olanı biteni yine o ilgisiz gözleriye izliyordu.