30 Ocak 2010 Cumartesi

Kaygan Zemin: The cycle of the werewolf


Üzerinde durduğum zeminin ne kadar da kaygan, ne kadar da kararsız olduğunu şaşkınlıkla idrak ettiğim şu günler, hayatımda bir takım değişikliklere tanık oldu(bir daha uğraşsam böyle cümle kuramam, değerini bilin bu cümlenin)

Evet, okuyucu hayatımda yaşadığım döngülerden birine daha başlamış olabilirim. Sonunu görmeden emin olamayız, belki aslında sonunu görmezsek aksinden emin olacağız.

Denedim. Evet, denedim. Bu kez farklı bir şey olsun istedim, tırnaklarımla kendim kazıyayım, yoktan varedeyim istedim, ama her zaman doğru motivasyonun yeterli olamayabileceğini de gördüm. "Çabalayayım, kendim oluşturayım" dediğim çaba, bir Sevmek Zamanı deneyimi halini alınca ve boyacının hiç bir zaman fotoğrafın sahibesiyle tanışmayacağı da aşikar olunca, bu-sırf çabalamış olmak için sarfedilen- beyhude çabanın da sona ermesi gerekiyordu.


Peki ne oldu? "Demek yolu buymuş" dedim. Demek ki hep bu döngüler olacak yaşadıklarım. Bu çemberlerden biri ucu açık bir düz çizgi haline gelene kadar hep bunlardan birini yaşacağım, hep birinden ötekine gideceğim demek...

Canım sıkılmadı bu işe, Her seferinde tepesine ulaştığım kuledeki son kapı yine çöle açılmıştı. Yine en başa dönmüştüm, ama bu kez umutsuzluk yoktu içimde. Sonunda istediğimi alacaktım, huzura kavuşacaktım, biliyordum. Bunun için ne kendimi dışarıdan soyutlamam, ne de zoraki çabalara girmem gerekiyordu. Sadece bu düzeni bana sunulduğu gibi kabul etmem yeterliydi.

Seçilmeye devam etmek, ta ki bir gün...

22 Ocak 2010 Cuma

Yoğurdu üfleyerek yiyen adamın dramı




***Ocak 2006, 4. sınıf ara tatili tam da 3 haftalık göğüs hastalıkları stajının arasına denk gelmiş. Ben de 20 günlük tatili boş geçirmeme maksadıyla Diyarbakır'a abla ziyaretine gidiyorum. Dönüş yolculuğumdan tam bir gün önce kar yağıyor, hem de yıllardır görmediğim şiddette. Tabi oldukça güzel geliyor başta, tüm şehir yürüyerek dolaşılıyor, keyfi çıkarılıyor... Sonra ne mi oluyor? Önce havayolu kapanıyor, bir hafta boyunca uçaklar kalkmıyor. Bir iki gün sonra da kara yolu da tıkanıyor. Diyarbakır'da mahsur kalıyorum ve 3 haftalık staj tekrarı yaptırıyorlar bana, devamsızlıktan bırakıp. okul 3 hafta uzayınca ilk TUS sınavı kaçıyor ancak 6 ay sonraki TUS'a girebiliyorum. Hayatım 6 ay erteleniyor.

Ha sonuçları çok mu kötü oldu? Hayır, ama yine de...



***Ocak 2010, İhtisasa başlamamın 6. ayı, 1,5 yıllık TUS maratonu sonrasında mecburi hizmet, hemen asistanlığa başlama, bu başlangıç süresindeki yoğun çalışma temposu derken iyice yıprandığımı görüp, artık her ay boş olan iki haftasonumdan birini ufak bir geziyle değerlendireyim diyorum ve haftasonu için İstanbul'a günler öncesinden biletimi alıyorum. Oradaki insanlar aranıyor, planlar yapılıyor... Haftasonuna doğru hava bozmaya başlıyor. Haftasonu yoğun kar ve fırtına bekleniyor, ben ne yapıyorum? "Aman giderim de dönemem, rötar olur, pazartesi işe yetişemem" diye düşünüp hemen biletimi askıya alıyorum.

Düşününce aslında 4 yıl önce benim okulum uzamasa, ilk tusa girsem belki tamamen başka bir yerde, başka hesaplar peşinde olacaktım. Yine de risk almıyorum, akışına bırakamıyorum. yani iki olay arasında bir sebep sonuç ilişkisi var ama ben ikinci olayda hemen aldığım tedbirle bu sebep-sonucu takdir etmiyorum. Artık bilinçaltımda mevcut durumumdan bir memnuniyetsizlik mi var, ya da basitçe geçen yıllar beni daha tedbirli mi yaptı bilmiyorum, öylesine düşünüyorum işte

Bu da böyle bir anımdır.

17 Ocak 2010 Pazar

Son vuruşu iyi yapanlardanım


Evet, parmağın işaret ettiği benim.
Hayır, parmağın sahibi ben değilim.

Bir tus dersanesinin deneme sınavı arka kapağına çıkacak kadar da ünlü oldum böylece. Yanlış anlaşılmasın. Zamanında Trt gap'ın düzenlediği ilkokullar arası bilgi yarışmasında koskoca 1 saat televizyona çıkmışlığım vardır. O yüzden bu şöhretin beni şımartacağına inanıyorsanız bir daha düşünün.

Artık sokakta yürürken zorlanacağımı falan düşünen varsa, onlar da yanılıyorlar; zira bu parmağın gösterdiği adamla, bu satırları yazan adamın görüntüsü arasında da dağlar kadar fark var. Ama olur da bu resmimden beni bir gün tanıyacak olursanız, gelin rahat olun, star kaprisim yoktur...
parmağın sahibine ayrıca keşfi için teşekkür ederim.

10 Ocak 2010 Pazar

Kayıp Bilet

19 Mart 2009
http://profile.ak.fbcdn.net/object2/1204/103/n20027164648_3930.jpg

Ankara'ya saat dokuzda inmiştim, şehir merkezine vardığımda ise saat çoktan 10'u geçmişti. Kocaman valizim ve ben üşüyerek Kızılay'da 119'un durağını arıyorduk. Trafik polisi, Büfeci ve en sonunda belediye temizlik elemanlarından sorarak bir caddeye çıktığım anda 119 karşımda belirdi.

Hayır, durak falan yoktu görünürlerde, Hayır biletim yoktu ve Evet, Ankara'da da İzmir'deki gibi otobüslere para verilerek binilebiliyor sanıyordum. Yine de bu saatte zorlukla bulduğum 119'u kaybetmek, Hiç bilmediğim bu şehirde Konutkent'e gecenin köründe gitme hesapları yapmak istemiyordum. Caddeye fırladım, otobüsün tam önünde durup kollarımı açtım(açaydim kollerimi?) İnsaflı şoför beni ezmek yerine otobüse aldı. İçerisi sıcaktı.

...Birinden bilet istemeliymişim. Öyle dedi. Ben de o yorgunlukla gerekirse yalvarabilirdim. Gerek kalmadı. Siyah düz saçlı, dersane ya da ikinci öğretim okulundan evine giden ve 10 kişinin 7 sinin güzel diyebileceği bir kız bilet verdi, uzattığım parayı almadı. Aldığım kağıt ve son derece tek kullanımlık bileti makineye okuttum ve memnun bir şekilde yerime geçtim. çanta ve valizlerimi dizip oturdum. 40 dakikalık yolculuk başlamıştı.

Ters koltuklardan birine oturmuştum, tüm otobüs ahalisi karşımdaydı. Aldığım bilet de cebimde. Bileti aldığım kız ara ara çekinerek bakıyordu. Nedenini anlayamamıştım. Birini beğendiğinizde atacağınız bakışlardan değildi. Bi sıkıntısı vardı, çözemedim. Benim ineceğim durağın bir öncesinde indi, inerken de aynı bakışlarla baktı bana.

20 gün boyunca kalacağım eve varınca cebimden bilet çıktığında anladım herşeyi. Bilet tek kullanımlık değilmiş, zavallı iyilik sever kızımız da daha önce iki defa kullanmış tahminen 15 lira verdiği bileti. Yol boyunca da istemeye çekindiğinden öyle bakışlar atmış. Nasıl utandığımı ve suçluluk hissettiğimi anlatamam. 2o gün boyunca 119'a her bindiğimde o bir hafta sonra unutacağım yüzü aradım hep. o bilet hep cüzdanımdaydı görürsem özür dileyip iade edeyim diye, ama denk gelmedi bi türlü.

Bu satırları okuyorsan, kusura bakma, keşke isteseydin, bilemezdim. Hala geçerli midir bilmiyorum ama biletin hala bende istersen gönderebilirim


Güncellemeler 14: Faith



**Tamam Bono İrlanda'da büyük bir karakter olabilir. Tamam, Bono Avrupa'da hatta Amerika'da da büyük bir rock yıldızı olabilir. Tamam, Bono İnsani yardım adı altında bir çok organizasyona katılmış/önayak da olmuş olabilir. Tamam, Bono'ya büyük saygı duyuyor olabilirsiniz; ama sevgili Glen Hansard ve Damien Rice kardeşlerim, bunu Bono'ya karşı beslediğim olumlu/olumsuz hislerden bağımsız söylüyorum: Neden adamın yanında el pençe durmuşsunuz ki? Bono kadar büyük bir ticari başarıya ulaşamadınız, asla da ulaşamayacaksınız, ama sizin de seveniniz var. Sadece sizi dinleyen insanlar da var. Azıcık dik durun yahu.

Hayır olay güzel, o ayrı tabi...

**Avatar avatar denildi, ben de izledim sonunda. Çevremdeki herkes bensiz gitmişti, ben de annemi aldım gittim. Şimdi böyle bir giriş yaptığımdan filmi kötüleyeceğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Avatar kesinlikle sinemaya yeni bir boyut katacak, buna eminim. Filmin senaryosu özgün değildi gibi eleştiriler var, olabilir. Benim için en güzeli bu mükemmel görselliği izlerken Myazaki filmlerinden aldığım zevki almam oldu. İyi oldu

**Film demişken Soul Kitchen da izlendi dün gece Nefize, Arda ve Özgün ile. Fatih Akın olağan şüphelilerini oynatmış filminde. Eğlenmek istiyorsanız, iyi vakit geçirmek istiyorsanız mutlaka görmelisiniz. Tam bir tavuk suyuna çorba filmi yani. Ben bu filmi nereye koyarım peki? Gegen die Wand ve Im Juli'nin altına, Kurz und Schmerzlos'un da üstüne koyarım. O değil de Moritz Bleibtreu ve o eblek ifadesini özlemişiz yahu... Almodovar'ın son filmi geliyor ayrıca, duyurulur.

**Madem Cem İstanbul'a taşınıyor, hemen gitmeli ve evinde konaklamalıyım dedim. 22-24 Ocak arası İstanbul'dayım canlar. Şu son bir iki aydır üstüme sinen İzmir yorgunluğunu atmak, İzmir'in değerini anlamak için bir fırsat olabilir, ya da tam tersi İzmir'i daha çok sevmemeye de yol açabilir. Göreceğiz...

**Tekrar kayıt yapmak çok hoşuma gitti, madem hoşuma gitti ve software desteğim Sony Acid 7.0 sağolsun mevcut, neden hardware desteğim de olmasın diyerekten acil kalkınma planını sunuyorum
1- Akustik gitarımın tel ve bazı perdeleri değişecek, güvenilir bi gitarcı bulunursa(burada görüşlerine açığım okuyucu) bir kablo girişi taktırılacak. Aynı zamanda elektro gitarın da telleri değişecek
2- M-Audio usb pro isimli ses kartı alınacak.
3- Aklıma üçüncü madde gelmedi, ama iki madde çok öksüz duruyordu
O değil de George Michael'den Faith'i kaydedersem hakkımda yanlış düşünmezsin değil mi okuyucu?


**Zaytung.com isimli siteyi kim açtıysa kim yazıyorsa her istediği olsun, tuttuğu altın olsun...

**Bir pazar günü, hava saat iki buçuk olmasına rağmen gece gibi karanlık ve sağanak yağmur yağıyor. Gel de pazartesi sendromuna girme şimdiden.

6 Ocak 2010 Çarşamba

To Bid You a Cem Ünver

Bu iki yanağın çarpışması bütün dünyayı yıkabilir, evet.

Yiğit'in Ankara'ya taşınması, Deniz'in askere gitmesiden sonra son darbe de Cem'in (ki siz onu uyuz yorumlarından tanırsınız:)) İstanbul'a taşınma kararıyla inmiş oldu. Gidin diyorum hepsine, hatta bu gece masadaki arkadaşlara da belirttim. Gidin dedim. "Beklediniz de ben İzmir'den şikayetçi olmaya başlayınca gitmeye başladınız" dedim. Çok utandılar

Aslında kimse utanmadı.

...Bu gözlerdeki mutluluk, ağzın çemçükleşmesi ise paha biçilmez

Neyse cem kişisi şehir değiştirdiğinden hep beraber bi toplanalım dedik. Hem Deniz askere gittikten sonra bir türlü göremediğimiz Selcen hanımı da dünya gözüyle görüp iyi midir, değil midir, bi ihtiyacı var mıdır? anlamış olacaktık.

Cem'in kimseye haber vermeden aniden yaptığı şeytani taşınma planının perde arkasını öğrendik. Bir olayı yokmuş. Sonra bir ara kişi bazında masadaki insanlara karakter analizi yaptık(en çok ben mağdur oldum). Akabinde ben İzmir ve İstanbul'u karşılaştıran bir monolog yaptım. Sonra öne sürdüğüm tezlerin antitezini yarattım. Nötrleşince susup, kısfmet dedim.
Bir takım laubali hareketler

Cem karşimin, taşınmasından bahsederek "fena mı oldu abi, İstanbul'da bi kapınız oldu" dedikten sonra bu ay sonundaki muhtemel İstanbul ziyaretim için,"Abi uyku tulumuyla gelirsin" demesine tanık olduk.

Öylece bira içip klip izledik temelde. Zaten Rock n Beer adlı mekanda başka ne yapılır ki? Haa unutmadan sevgili okuyucu Star Wars'ı 123-456 olarak mı izlemek isterdin, yoksa 456-123 olarak mı? Biz nedense yarım saat kadar bunu tartıştık, senin de görüşlerini duymak isterim?


Not: Özleyeceğim seni yahu

1 Ocak 2010 Cuma

Volcano

...evet yaptım. Nöbet çıkışı bir öğleden sonra oturdum bir yıldır yapmak istediğim cover'ı yaptım, buraya da koyuyorum. Buradan dinlenemiyorsa ve çok da merak ediyorsanız(niye edesiniz ki) sağ aşağıdaki widgetten de dinleniyor

buyrun bakalım