18 Mart 2009 Çarşamba

Bir kaç son söz ve bir sürelik sessizlik

http://narocroc.files.wordpress.com/2008/10/intermission1.jpg
Bu bloga başlayalı farklı farklı şeylerden bahsettim. Avrupa maceralarımdan, müzikten, kişisel hikayelerimden, filmlerden bahsettim, ama değişmeyen tek şey vardı. TUS. 1,5 yılı aşkın bir süredir hazırlandığım... Kimi zaman emo ağlaklığında yazdım, bazen önemsiz bir şeymiş gibi, ama hep gölgesi vardı yazılarda. Daha doğrusu bu bir buçuk yıldır yaptığım herşeyde gölgesi oldu TUS'un

Nihayet start-finish düzlüğüne girdik, çalışmalarımın İzmir ayağını tamamladım, Bizim TUS kampı dediğimiz ve 21 gün sürecek hızlandırılmış kurs için yarın Ankara'ya gidiyorum. 11 ve 12 Nisan'da sınava girip 13 Nisan'da döneceğim. Bu süre içinde buraya sessizlik hakim olacak. 13'ünde-ki o zaman yüzde 90 belli olacak netice- merak edenler için sınav sonucunu ve olası senaryoları yazarım.

Bu 1,5 yıllık süre bir çok şey götürdü, reddedilen, hayır denen arkadaşlar, kırılan sevgililer, en önemlisi ertelenen planlar. Şimdi gidiyorum ve umarım döndüğümde bunların hepsini geride bırakmış olacağım. Bana şans dileyin!

9 Mart 2009 Pazartesi

Top 5: Tek mekan filmleri

Blogun meyilini biraz kişiselliğe verdim, bir anda etraf top 5 listeleriyle doldu, herkes top 5 yapmaya başladı. Ben de bunun üzerine top 5 müessesini daha fazla boşlamıyor, yeni listemi yapıyorum.

Şimdiye kadar bittiğinde ağzım açık ekrana veya perdeye baktığım filmler, hep minimalist filmler olmuştur. Elimde olmadan, en düşük kaynaklarla ortaya çıkan şaheserlere hayran oluyorum. Madem böyle bir hayranlığım var, o zaman uzun bir aradan sonra yaptığım top 5 listemi bu, tek mekanda geçen, şaheserlere ayırmaya karar verdim.

Tabi kolay değil, çünkü başlı başına bir Hitchcock gerçeği var önümüzde, o yüzden kriterleri biraz daha sıkı tuttum. Bu listede flashback dahil, mekanın değişmediği filmler göreceksiniz. Buna rağmen elimizde kalan Hitchcock filmlerinden sadece bir tanesini seçmeye karar verdim. Hangisi olduğunu zaten tahmin etmişsinizdir.

Bu listeye alamadığım filmlerden sizin nezdinizde özür diliyorum (bak illa cıvıklık yapacak) ve listeme geçiyorum.

5- Festen-1998-Thomas Winterberg

http://icroc.files.wordpress.com/2008/07/festen_31.jpg

Açıkça şunun itirafını yapayım. Bu film bir başkasının filmi olsa listeye giremezdi. Hatta sırf aklımda Festen olduğu için, tek bir odada geçen filmler listesi yerine tek bir mekanda geçen filmler listesi yaptım. Evet ilk dogma filmi, bu mükemmel türün ilk çocuğu Festen. 60. doğum gününü kutlayan bir adamın ailesi etrafında geçen ve giderek kardeşler arası çekişme ve karanlık sırların ifşası haline gelen ziyafet-festen-. Nedense bana Yüzüklerin efendisindeki Bilbo'nun doğumgünü partisini hatırlatıyor. Film sadece "Baba"nın malikanesinde geçmekte. Kendi halindeki insanların nasıl dışlayıcı, nasıl değişken ve nasıl ırkçı olabileceğini gösteren kısımları vurucu.

4- Cat On a Hot Tin Roof-1958-Richard Brooks


http://www.soundonsight.org/wp-content/uploads/2009/02/cat-on-a-hot-tin-roof.jpg

Genellikle bu kategori filmler yıldız barındırmazlar, ama gel gör ki, bu filmimiz mütevaziliğin karşıt anlamı olmuş adeta. Paul Newman ve Elizabeth Taylor! Şahsi görüşüm, bugünkü en büyük iki starı bir araya getirsek dahi, böyle büyük bir buluşma yaratamayacağımız yönündedir. Yine bir baba ve onun doğumgünü vesilesiyle toplanan aile ve yine kardeşler arasında, kardeşlerin eşleri arasında hesaplaşmalar... İtiraf etmeliyim ki Babam ve Oğlum'dan etkilenmeyen ben, baba oğul trajedisi anlatan başka hiç bir filmden, bu filmden olduğu kadar etkilenmedim. Yeri gelmişken belirtmeliyim ki, bu filmin ayrı bir önemi de Paul Newman'ın canlandırdığı Brick karakteri, sorunlu, egzantrik ama etkileyici ana karakter kavramının öncüsü olarak, bugün dahi gördüğümüz bir çok taklidinin çıkmasına yol açmıştır.Sadece Big Daddy'nin konağında geçen bu filmde Amerika'nın güneyinin kaybolmaya yüz tutmuş feodalizmi ve nisbeten sıkı aile bağları vardır, içten pazarlıklı ve kocasını dolduran bir yenge vardır. Bir de kimi zaman şeytanın ta kendisi, kimi zaman da özverili bir melek olan kedi, Maggie vardır...

3- The Man from Earth-2007-Richard Schenkman

http://www.timetravelershow.com/img/The_Man_from_Earth.png
Listemizin en genç filmi bu, aynı zamanda en kötü yönetileni de... Bu mükemmel kurguyu biraz daha maharetli bir yönetmenin elinden çıkmış bir şekilde izlemeyi hayal dahi edemiyorum. Yanlış anlaşılmasın, yönetmenin hikayeyi aktarmasına değil sözüm, bu kadar acemi çekim planlarıyla, adeta bir televizyon filmini andırır kalitede çekmesine laf ediyorum. Yine de bu kadar yeni olmasa ve ilk iki sıradaki şaheserlere duyduğum saygıdan olmasa, listenin bir numarası bile olabilecek bir film. Tek odada geçen bu 90 dakikalık bu film, 10000 yaşından daha büyük olduğunu ve ölümsüz olduğunu iddia eden, Profesör(tarih boyunca onlarca dallarda) John Oldman'ın kendisi için yapılan veda toplantısında bu gerçeği diğerlerine açıklamasını, daha da önemlisi hepsi birer akademisyen olan diğerlerini teker teker ikna etmeye çalışmasını anlatıyor. Filmin daha da derinliğine girmeden, filmin olabilecek en güzel sonla bitmediğini, senaristin son hamlesinin büyüyü bozduğunu belirmek isterim. Bir de bir 90 dakika daha devam etse sıkılmadan izleyebileceğimi...

2- Rope-1948-Alfred Hitchcock


http://353review.com/wordpress/wp-content/uploads/2008/08/rope.jpg

Başta belirttiğim üzere ayrı bir elemeden geçmek zorunda kaldı yönetmenin diğer filmleri ve haklı galip olarak bu şaheser girdi listeye. Listenin bir numarası olmasa da kesinlikle en fazla derinliğe sahip filmi, 77 dakika sürmesine rağmen, ortada olan bir cinayetten, nietzsche'nin übermensch çözümlemeleri ve freud göndermeleri çıkıyor. Bunun yanında film boyunca yeni inşa edilmiş New York silüeti pencereden bize eşlik ediyor, Bu şehir silüetinde kadının yavaş yavaş şekillenen yerini dahi görüyoruz. Mutlak iyi ve kötünün arasındaki griliğin bazen kapladığı oluyor filmi, ama yönetmen sonunda siyahı ve beyazı bir güzel ayırıp önümüze koyuyor. Buna rağmen aranızda, tüm kaypaklığına rağmen Brandon'a sempati duymayan, bir şekilde bu işi kıvırmasını içten içe ummayan ve de ağlak Philip'in ağzına bir tane çakıp "iki dakika sakin ol, lan!" demek istemeyen varsa beri gelsin. David Lynch'in Twin peaks'inin öncesini anlatan, "Twin Peaks: Fire Walk with Me, Teresa Banks and the Last Seven Days of Laura Palmer" gibi bunda da David Kentley'in son anlarını anlatan bir film çekilse fena olmazmış aslında... Unutmadan bu film de başından sonuna dek, bir odada geçmekte

1- 12 Angry Men-1957-Sydney Lumet

http://michaelreeve.files.wordpress.com/2009/02/12-angry-men-old-dvdcover.jpg

Geldik listemizin bir numarasına. sadece Jüri odasında geçen 90 dakikalık bu filmde hiç bir karakterin ismini bilmiyoruz, önemli de değil. 12 jüri bir odada, bir çocuğun hayatı hakkında karar veriyorlar, hemen çıkacaklarını düşünen ama saatler boyunca orada kalmak zorunda kalan 12 kızgın adam var. 12 kişi de bir insanın belki de hayatı boyunca görebileceği tüm kişilik modellerini gösteriyor bu film. 1 kişinin diğer 11'inin fikrini nasıl değiştirebileceğini... Filmin başından beri 8 numaranın herkesin fikrini değiştireceğini biliyoruz. Önemli olan son değil burada, sona giden yol zaten. Her birinin, yeterince itilince, gerekli düğmelere basılınca nasıl da değişebileceğini gösteriyor film bize. İstemez 8 Numara'nın ileride bir şekilde çocuğun suçlu olduğunu öğrenirse vereceği tepkiyi düşünmeden edemiyorum...

Listeye giremeyenler arasında: Tape, The Breakfast club, Dial M for Murder, Rear Window, The others, The shining, vs. gibi filmler de var.

5 Mart 2009 Perşembe

Güncellemeler 4

http://www.usageorge.com/Jokes/Jokes/Beatles_Abbey-Road.jpg

**Aslında yeni yazı projelerim var, onlardan önce uzun süredir yapmadığım bu güncellemeleri yapıyorum.

**TUS'a bugün itibariyle 37 gün kaldı. Zamanın bu kadar çabuk geçtiğine inanamıyorum. Zaman çabuk geçti diyorum da, "aaa keşke biraz daha olsa daha çok çalışsam" amaçlı bir serzenişte değilim. Daha fazla çalışabileceğimi sanmıyorum. TUS'la ilgili seçtiğim yolda üzerime düşeni fazlasıyla yaptım. 13 Nisan sabahı herşey yolunda gitmemiş olursa, sorulacak soru: "Acaba daha fazla nasıl çalışabilirdim?" olmayacak; "Acaba neleri farklı yapmam gerekiyor?" olacak. Yani seçtiğim yolu değiştirmem gerekecek, başarısızlık durumunda.

**TUS demişken 18 Mart'tan sonra TUS Kampı amacıyla Ankara'ya gidiyorum. Üç haftadan fazla orada kalacağım. Kamptan sonra TUS'a girip 13 Nisan'da İzmir'e geri dönüyorum. Bu demek oluyor ki, zaten 2009'a girmemizle beraber boşladığım bloguma, bu tarihler arası yazamayacağım. Nisan sonrası tam gaz devam edecek yazılar. "Kamp'ta neler oldu? İyi bir netice sonrası, olası tercih senaryoları, mecburi hizmet günlükleri... Hepsi sadece ama sadece octoberswimmer.blogspot.com'da olacak :)"

**Bugün yine klasik The Beatles açmazımı yaşadım. Sgt. Pepper's lonely hearts club band albümüyle Abbey Road albümü hakkında, hangisinin benim favorim olduğuna dair karar veremiyorum. Abbey Road kafam karışık olduğunda daha ağır basıyor. Tek sebebi George Harrison faktörü. Here comes the sun ve Something gibi iki şaheserden bahsediyorum... zamanında haksızlık etmişler Harrison'a, Lennon ve McCartney.

**Damien Rice, Volcano'da: "This is nothing new, no no, just another phase of finding" diyor. Aynen böyle bir süreç geçiriyorum. Hayatım geri dönüşümsüz olarak değişmek üzere, ve ben bunu an be an hissediyorum. Bu yaz(ı)dan sonra hiç birşey eskisi gibi olmayacak. Büyüyorum ve bu yoldaki bir diğer checkpoint'i geçmek üzereyim.

**Alttaki yazılacaklar listesine "içimizdeki Anti-semitizm" konulu bir yazı yazmam gerektiğini hatırlatan bir not koymuşum. Son Gazze olaylarındaki ülkesel tepkimizi, ki son derece manipüle bir tepkiydi, Davos vakasını, cehaletin saadetini ısrarla yaşadığımız, darfur ve ırak'taki şiddete karşı "tarafsız" duruşumuzu ve hepsinin ucunun hafiften, bu ülkede İkinci Abdülhamit zamanında başlayıp ikinci dünya savaşı yıllarında filizlenen anti-semitist bilinçaltına bağlı olduğunu yazacaktım, ama hem bu tür konulara bu platformda girmek istemiyorum, hem de sözlükte aethewulf, ki tanımam etmem ama her yazdığının altına imzamı atarım, yazılacak herşeyi yazdığından vazgeçmiş bulunuyorum.