13 Haziran 2010 Pazar

Want your bad hair

Lissie Bad Romance Cover from paulo reyes on Vimeo.



Şarkı'yı, Gaga'yı her şeyi geçtim. Şöyle sesi olan biri olsun nikahıma alırım, hayatımın kadını yaparım, ama söz konusu videodaki Lissie ise ağzını eğdiği kısmı, hatta ekose gömleğini bile tolere edebilirim ama o saçlar... O saçları tolere edemem Lissie, bunu anlamalısın

6 Haziran 2010 Pazar

Top 5 Generation X filmleri

Herkes ispanyol paçalardan, vatkalı ceketlerden, kalın favorilerden ve aslan yelesi saçlardan bahsederken neden kimse en iri adamda bile babasının kıyafetini giymişcesine bol duran ceketlerden, oduncu gömleklerinden, Tavuk g.tü olarak tabir edilen saçlardan ve bandanalardan
bahsetmez ki.

90'lar nedense bana hep bir kaç filmi hatırlatıyor. Kurt Cobain'den, Guns 'n Roses ve Pearl Jam'dan bile önce bu filmler geliyor. Özellikle Kevin Smith'in yaptığı New Jersey filmleri bir zaman makinesine girip hemen 15 yıl öncesine ışınlanma isteği doğuruyor. Üstelik aşağıda bahsedeceğim filmlerin büyük çoğunluğu "kaliteli" olarak değerlendirilebilecek filmler bile değiller.

Böylece neredeyse 1,5 yıl sonra yine bir top 5 listesi daha yapmış bulunuyorum. Peşinen söylüyorum. Evet, 90'larda şaheserler var ama listeyi inceleyince, bu filmlerin büyük prodüksiyonlar olmadıklarını ve hepsinin generation x diye tabir edilen kuşağı ve onların varoluş problemlerini işlediğini göreceksiniz.

5- Singles(1992)

http://deadon.files.wordpress.com/2007/03/singles.jpg


Cameron Crowe'un yönettiği ve Bridget Fonda ve Matt Dillon'un başrolde olduğu film listeye başlamak için en uygun seçim. Kafası karışık ve evlenmeyle ilgili sorunları olan bir kuşak. Biri hayalinin peşinden koşarken sefalet çekerken, diğer koşmadığı için sefil olan iki adam ve vücudundan, ilişkilerinden, hayattan tatminsiz iki kadın... Ve tabii ki hepsinin ortak besin kaynağı ve filmin mükemmel soundtrack'ini oluşturan müzik: Grunge. Filmde ayrıca Tim Burton, Chris Cornell ve Eddie Vedder'in şöyle bir göründüğünden de bahsetmek gerek


4- Mallrats(1995)



Yukarıda bahsettiğim Kevin Smith'in New Jersey filmlerinden biri. Kevin Smith'in kendisinin bile nefret ettiği, muhtemelen hayranlarının da en sevmediği bu film burada Chasing Amy'nin yerinde duruyorsa tek sebebi size yukarıda anlatmak için çırpındığım 90'lar hakkında daha iyi bir fikir verdiğindendir. Tamam Chasing Amy'de Clerks'e çok güzel göndermeler, sağlam bir Holden karakteri ve kesinlikle Mallrats'den çok daha iyi kurgulanmış bir kadro vardır, ama sadece genç Jason Lee'nin oynadığı Brodie karakteri bile yukarıda Chasing Amy'i öven bütün özelliklerin önüne geçmeye yeter (En azından listeleri benim oluşturduğum bir ortamda). İnternet'in ve oradan indirdiğimiz filmlerin, dizilerin; takip ettiğimiz blogların ve sosyal paylaşım sitelerinin olmadığı bir ortamda yapılacak en mantıklı şey, tabii ki çizgi roman kolleksiyonu yapıp alışveriş merkezinde zaman öldürmektir. Bir de Jay ve Silent Bob gibi iki arkadaşa sahipsen tadından yenmez... Özetle Mallrats, 1995 yılında Clerks'le gazı alan Kevin Smith'in Hollywood'la imtihanıdır. Kendine göre sınıfta kalmış olsa da, bana göre fazlasıyla yeterlidir. Ha bir de finalinde Weezer çalıyor!


3- Before Sunrise(1995)
Aslında şu listeye aynı yönetmenden(Richard Linklater) girmesi gereken film, 1993 yapımı Dazed and Confused'dir ama ne yazık ki bahsettiğimiz film başka bir kuşağı anlattığından listede yerini bulamamıştır. Before Sunrise genel olarak güçlü bir film değildir. Oyuncu olarak sevdiğim Ethan Hawke ve Julie Delpy de bu filmde o kadar başarılı değillerdir. Özellikle trende tanışma sahnesi ve restoranda telefon konuşmalarını simüle ettikleri sahnede sanki kendileri de inanmadan oynamaktadır. "E o zaman bu filmi neden koydun listeye" dediğinizi duyuyorum. Evet, film belki şeklen güzel değildir, ama hikaye olarak oldukça özgün hatta en önemlisi "ilham verici"dir. Bu filmle yoğrulan gençler kendilerini, Interrail'e vurmuş.; Bu filmden gaza gelen genç bünyeler trende gördükleri diğer interrailcilere cesurca yaklaşıp tanışmışlardır. Hepsini geçtim, iki farklı ülkeden iki insanın ikisine de tamamen yabancı bir şehirde sabaha kadar vakit geçirmeleri ve birbirlerine bu kadar kısa sürede aşık olmaları yeterince ilginç bir konu değil midir?

2- Reality Bites(1994)



Bu filmle ilgili blog yazısı yazmışım zamanında daha ne yazayım. I'm nuthin' den bahsedeyim, evet. Bu filmin, bu filmlerin, bu listenin ve anlattığı kuşağın, bu şarkıdan daha iyi bir özeti olamaz. Dinleyin


1- Clerks(1994)

İşte geldik listemizin bir numarasına. Clerks hakkında bahsedecek çok şey var. Filmin sınırlı mekanlarda geçmesi, Randy ile Dante'nin oluşturduğu mükemmel tezat, Jay ve Silent Bob, Çatıdaki hokey maçı, Snowballing, Her Kevin Smith filminde ismi geçen insan ziyanı Rick Derris, Tuvalette ölen amca, Randy'nin acımasızca popüler kültüre, müşterilere ve özellikle filmlere saldırması, hatta zorlarsak ufak video dükkanlarıyla, büyük video mağaza zincirlerine belki de kapitalizm ve tüketim kültürüne eleştiri... Abartmadan her sahneyi buraya yazabilirim. Sadece bir quote vererek bitiriyorum

"Dante Hicks: 37! My girlfriend sucked 37 dicks!

Dediğim gibi belki filmlerin hiç biri zamanında birer başyapıt olarak tanımlanmadı, hatta bazıları seviyesiz ve bayağı olarak da eleştirilmiş olabilir, ama bu liste filmlerin kalitelerine göre sıralandığı bir liste değil. İzlemişsinizdir diyeceğim ama son zamanlarda nerede bahsetsem izlenmediğini görmek üzüyor beni, o yüzden hemen başlamanızı tavsiye ediyorum, anca yetişir zaten. Bak soracam sonra bunları...

3 Haziran 2010 Perşembe

All Roads Lead to Tranquility Base


Bir şeye heves ettiğim zaman ne kadar da gaza gelebildiğimi bir daha gördüm. Şurada yazdığım planları sonunda hemen hemen nihayete erdirmiş bulunmaktayım.
Kalın
Öncelikle beni üzmeden, görüşmeye falan çağırmadan 3,5 aylık multi vize veren Hollanda Büyükelçiliğine teşekkür etmeden geçemeyeceğim:) Üstelik sadece 8 gün için başvuru yapmıştım. Olsun sizi seviyorum çocuklar

İkinci olarak, her ne kadar dublin planımı iptal etmeme sebep olacak fiyat artışları gösterseler de, Ryanair şirketi, çalışanları ve gizemli kar etme politikalarına bir teşekkürü borç bilirim.

Son olarak THY'ye sebebi her ne kadar ürkünç de olsa Amsterdam'a en ucuz bileti sağladıkları için teşekkür ediyorum. Ahah Gidiş-Dönüş 453 Tl. Üstelik İzmir'den direkt

Teşekkür ve cıvıma kısmı bittiğine göre, sıra neler yapacağımı anlatmaya geldi.

18 Haziran Cuma. Saat 16.00 İzmir- Amsterdam
22 Haziran Salı'ya Kadar Amsterdam
22 Haziran akşam trenle Eindhoven'a geçiş
23 Haziran Çarşamba, saat 08:50'de uçakla Marsilya
23 Haziran akşamı Marsilya, Le Dome'da Bob Dylan konseri (yey!)
24 Haziran Perşembe 06:50. Uçakla Eindhoven'a dönüş. Oradan trenle tekrar Amsterdam
25 ve 26'sını Amsterdam'da geçirip 26 Haziran Cumartesi gecesi İzmir'e dönüş
27 Haziran Pazar sabahı Hastanede nöbet(ahah!)

Budur plan. Marsilya'dan Eindhoven'a ve Eindhoven'dan Amsterdam'a dönüş biletleri hariç bütün biletleri almış planımı yapmış durumdayım. Marsilya'dan dönüşü bir iki gün sonra alacağım, zira Eindhoven yerine Brüksel'e geçip orada da iki gece kalıp dönebilirim. Daha karar vermedim. Belki Amsterdamı beklerim karar için. Doyamazsam Brüksel'den vazgeçer, yukarıda yazdığım gibi devam ederim, ki büyük ihtimal de öyle olacak.

İlk Yurtdışına çıkarken kendi boyumda bir valiz götürmüştüm. Sonra seneler geçtikçe valiz boyutu küçülmeye başladı. Bu sefer ya pratik ve özellikle küçük; tekerlekli bir valiz+ sırt çantası ya da sadece büyük bir backpack götürmeyi düşünüyorum. Her şeyden birer tane götüreceğim, çünkü mutlaka orada dayanamayıp H&M vurgunu yapacağımı biliyorum.

Marsilya'ya gidiyorsam sadece Bob Dylan için gidiyorum, zira yukarıda gördüğünüz üzere(o derece görgüsüzüm) uçak biletlerim ve konser biletimin toplam maliyeti sadece 96.80 €. İstanbul'da 31 Mayıs'ta verdiği konserin en ucuz bilet fiyatını hatırlayalım bakalım. Şaka gibi değil mi?

Şimdiye kadar her seferinde yalnız gezdim ve çok keyif aldım. Bu kez sıkılabilirim, eski keyfi alabilirim ya da çok daha keyifli geçebilir bu yolculuk. Hiç önemli değil, çünkü hep yolda olacağım. Yolun kendisi bile ayrı hikayeyken, sadece Bob Dylan'ı izlemek için en alakasız iki şehir arasında seyahat etmek başlı başına bir macera değil midir? Belki ileride çocuklarıma anlatacak bir hikaye çıkacak.

O değil de çocukları falan bilmem ama 8 gün için 8 blog yazısı gelecek, hem de aynı günün akşamında gelecek onu söyleyebilirim.