23 Haziran 2011 Perşembe

Değirmenler



Gülmeye başladı, "Sen neden gülüyorsun ki?" dedi.
"Bilmem, sen güldüğün için"
...

Nefes aldıkça küçük burnunun kanatları muntazam bir şekilde hareket ediyordu. Güneş yüzüne vuruyor, yüzündeki normalde farkedilmeyen tüyleri güneşte parlıyordu. Taktığı gözlük gözleriyle beraber yüzünün büyük kısmını kapladığı için, okuduğu kitaba nasıl tepki verdiğini göremiyordum. Çok yavaş ilerliyordu, buna rağmen bütün dikkatini kitaba vermişti. Ben de bir süreliğine Eflatun'la Davut'un hikayesine geri döndüm. Neden sonra yan dönüp onu izlemeye devam ettim. İfadesiz, okumaya devam ediyordu. Bir anlığına o kitabın içinde olmak istedim, olamazdım. Gözlerini göremiyordum. Gözlerini görebilsem belki her şey daha farklı olacaktı.

Plaj sessizdi. Sadece bir kaç şezlong doluydu. Benim algıma göre ise sadece ikimiz vardık. Sonunda istediğimiz olmuş, şehirden kaçmıştık. Bütün gerçekliğimizden uzaklaşmış, o boş plajda yalnızdık. Belki, asıl hata gerçekliği terketmekti, belki bu kadar yalnız kalmamak lazımdı. Belki tamamen hazırlıksızdım, aslında tamamen hazırlıksızdım. Terliklerim bile çantamdaydı. belki arabadan inerken hemen onları giyivermeliydim, belki plaj boyunca ayakkabılarım elimde, pantalonumun paçalarını kıvırarak yürümek iyi bir fikir değildi. Belki her zaman yaptığım gibi planlar yapmalıydım, haritaya bakmalı, oteli önceden internetten bulmalıydım. Belki kendim olmalıydım. Belki bütün belkilere uysam bile sonuç değişmeyecekti.

"What's the point of this song? Or even singing?
You've already gone, why am I clinging?"

Hala kitabın içindeydi, kocaman gözlüklerinin altındaki tek yaşam belirtisi burun kanatlarının o ritmik hareketiydi. Gözlerini göremiyordum, gözlerini görebilsem belki her şey daha farklı olacaktı.

14 Haziran 2011 Salı

Evcilleşmek


“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim."

Her gün aynı saatte geldi. Vakit yaklaştıkça heyecan ve mutluluk başladı, biraz daha yaklaşınca yerini endişeye bıraktı. Geç kaldığı zamanlarda ise hissettiğim şey korkuydu. "Korku" buradaki anahtar kelime sanırım. Bütün motivasyonların kaynağı. Rüşvete alışmış yozlaşmış bir memur... Onu kapının dışında tutmak için hep daha fazla çabalamak gerekiyor. Bir bakış, güzel bir söz, bir gülümseme için dilenmek; hep daha fazla vermek gerekiyor. En son noktaya kadar...

Memnun olmak en güzel şeymiş. Yorumsuz bir hayatı seçmek. Koltuğunun, yatağının rahatlığında, cehaletin saadetini yaşamaya devam etmek. Risksiz hayat, belki mutluluğu tadmadan ama kesinlikle güvenli hayat... Mutluluk kötü kardeşi, korkuyla geliyor. Anksiyete rüyaları, iştahsızlık, sabitlenme ve dikkatsizleşmeyle geliyor. Eski ve sağlam bütün temellerini sarsıp, eski benliği tanınmaz hale getiriyor. Neye uğradığını, neye dönüştüğünü anlamakta güçlük çekiyorsun.
...ve zaman geliyor ki, darmadağın edilip eline verilmiş bütün değerlerini tekrar bir araya getirmek için umutsuzca çabalarken, önceki bütün önyargılarının doğru olduğunu anlıyorsun.

***

"Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın."

-Hem ayrılsak ne olur ki? Ben, herkes için sadece bir kişi olduğuna inanmıyorum. Dışarıda milyonlarca insan var. Elbet birini bulacaksın. Hatta belki sonradan geri dönüp beni düşününce güleceksin.
Yüzüne baktım, bakışlarından bir şeyler çıkarmaya çalıştım. Çelişkiliydi. "Olabilir" dedim. Biraz duraklayıp devam ettim: "Madem Küçük Prens'in lafı geçti. Evet dışarısı gül bahçeleriyle dolu, ama onun için tek önemli olan kendi gülü. Ben de başka gülleri istemiyorum" dedim.
Gülümsedi, ama hala çelişkili bakıyordu

***

“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”

Evcilleşmek, mutluluğun bedelini öğrenmek, hayatın bütün ironilerini birkaç günde yaşamak. O gül, küçük prensi nasıl evcilleştirdiyse ben de evcilleştim. Başıma ne geleceğini aşağı yukarı biliyordum. Korktuklarım başıma gelirse ne yapabilirim ki, kime kızabilirim üzülürsem?

"Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki. “Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim. “Doğru, haklısın” dedi tilki. “Ama ağlayacağını söyledin!” “Evet, öyle.” “O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.” “Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım"

4 Haziran 2011 Cumartesi

Ugly

Aylar sonra Başka bir kayıt. Bon jovi konserine hazırlık olsun diye....

Muzicons.com