24 Mayıs 2010 Pazartesi

Karanlıkta akrep ve yelkovanı parlayan saat


Huzursuzum, içimde sürekli bir his var. Sanki bir şey yolunda gitmiyor, sanki taşlar yerinde değil. İstediğim huzura kavuşabilmiş değilim. Bir şeyi eksik yaptığıma eminim ve bu beni mutsuz ediyor.

Saçma şeyler yapıyorum. Anlamsızca uzun beyaz bir koridorda bekliyorum. Yanımdan sedyeler geçiyor. Bir jandarma ileride bekliyor. Üzerimde önlüğüm yok, neden beklediğime anlam veremiyor. Kıllanmıyor yine de, çünkü muhtemelen kaçmasın diye oraya dikildiği mahkumu kaçırmak gibi bir niyetim olmadığını biliyor

Beklemeye devam ediyorum. Asma tavana yerleştirilen dijital saat 16:40 diyor. Tam olarak neden beklediğimi bilmiyorum, Ne kadar bekleyeceğimi de... İlerideki cam kapı arada açılıyor, ama hep anlamsız insanlar çıkıyor. Bazıları beni tanıyor, orada neden beklediğime anlam veremiyorlar.

Yine de bekliyorum, cam kapı bir daha açılsın diye bekliyorum. O çıkınca neler söyleyeceğimi bile bilmiyorum, hatta nasıl selam vereceğimi de... Saat 17.00 olmuş ben hala bekliyorum, Jandarma da...

Cam kapı her açıldığında dikkat kesiliyorum. Bazen ona benzeyen biri çıkınca gayri ihtiyari kolonun arkasına çekiliyorum. O anda neden bunu yaptığımı ve eğer bunu yapacaksam ne diye orada olduğumu sorguluyorum. Kendime verecek hiç bir cevabım yok

Önümde iki kişi konuşuyor, sohbetleri bir türlü bitmiyor. İki insan ayak üstü bu kadar konuşacak ne bulabilir ki? Oysa benim ayaklarım ağrıyor.

Saat 17.15 oluyor. Hiç kimseye yararı olmayan işlere koşan October, Ne istediğini bilmeyen Swimmer. Olası diyalogları gözden geçiriyorum, olası senaryolar yaratıyorum. Hiç biri ama hiç birinin kimseye hayrı olmuyor. Cama bakıp düşünüyorum. Belki zaten çıktı, belki çıkmayacak diyorum.

15 dakika daha geçiyor, jandarmalar nöbet değişimi yapıyor. Yeni gelen de bir önceki gibi, beni süzüp, ne yaptığıma anlam vermeye çalışıyor. Yorulmuş hissediyorum, ya da vücudum bana yaptığım şeyin yanlışlığını anlatmaya çalışıyor.

Asansörü çağırıyorum, gelene kadar o cam kapı açılmazsa gitmeye karar veriyorum. O cam kapı açılmıyor ve ben asansöre binip yukarı çıkıyorum. Belki tam o an kapı açılıyor, o çıkıyor, dalgın bir şekilde benim meşgul ettiğim asansörü çağırıyor. İçinde benim olduğumu bilmiyor. Belki bunların hiç biri olmuyor. Bu da milyonlarca çatallanan yolların arasına giriyor ve yaşanmamış paralel evrenlerden birinde yer buluyor.

Kimbilir belki o paralel evrenlerin birinde o cam kapı açılacak, sonu nereye gideceği belli olmayan bir konuşma yapılacaktı, sonrasında o asansöre belki iki kişi binecek. Bilemeyiz, kesinlikle bilemeyiz... Sadece gece ilerledikçe ben sağdan sola dönüyorum, ben döndükçe gece ilerliyor. İki şey sabit, birincisi kolumdaki saatin sesi, ikincisi ise asla uykuya dalamayacağım hissi.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

I'm not a bad person

http://farm3.static.flickr.com/2299/2493952912_0d98538176.jpg

Geride bıraktığım insanlar hakkında endişelenmeye başladığım anda mutsuz oldum. Oysa eskiden ne kadar da rahattı her şey. Arkamı dönüp gidiyor, bir daha da geriye bakmıyordum. Geride kalan nasıl hissediyor, neler yapıyor hiç umursamıyordum. Rahattım, mutluydum.

Ne olduysa artık yapamıyorum. Kulaklarımı kapatamıyorum. Duyduklarıma kayıtsız kalamıyorum. Sorumluluk hissediyorum. Bir şey yapmam gerektiğini düşünüyorum ve elimden genellikle hiç bir şey gelmiyor olması olayları daha da sinir bozucu hale getiriyor.

Sanırım büyüyorum artık ya da giderek geride bırakılanlar hakkında endişelenmeyi hakedecek insanlar haline geliyor. Aslında en doğrusu eskisi gibiymiş. Kimseden sorumlu hissetmemek gerekiyormuş. Yetişkin her insanın kendi hayatını idame ettirebilecek yetenekte olduğunu kabullenmek lazımmış. Aksi mevcutsa zaten o insan için yapabilecek bir şey yokmuş.

O değil de ne güzel günlük güneşlik gidiyorduk, bu yağmur, bu soğuk, bu rüzgar neden?

16 Mayıs 2010 Pazar

Kendime Notlar


Bu hayat senin hayatın ve istesen de istemesen de aldığın kararlardan sadece ama sadece sen sorumlusun. Bu hayatı kendin yaşadığın gibi aldığın kararların sonuçlarını da sen yaşayacaksın. Bir an önce bu gerçekle yüzleşip çevrenden medet ummaktan vazgeçmen en hayırlısı olacak. Neticesinde hepimiz yalnızız, hepimiz oluşturduğumuz adalarda yaşıyoruz..

Hayatında yapacağın büyük değişiklikler öncesi düşüneceğin tek kriter bunu sindirip sindiremeyeceğin olmalı. Sonrasında gece yastığa başını koyup kendinle başbaşa kaldığında ve çevredeki bütün gürültüler sustuğunda gönül rahatlığıyla uykuya dalıp dalamayacağını düşün. Eğer rahatça uyuyamıyorsan bu, aldığın kararlarla ilgili önce kendini ikna etmekte güçlük yaşıyorsun demektir.

Herkes hata yapabilir, bunun yanında herkes hata yaptığını sanıp düzeltmeye çalışırken daha da büyük hatalar yapabilir. Değişmeyen tek şey sonuç ne olursa olsun bununla yaşayacak tek insanın sen olduğudur. Çevrende çok yakınların olabilir. Her şeyini paylaştığın kimseler olabilir hatta bir yabancının objektifliğine sığınıp açıldığın insanlar da olabilir ama unutma ki kimse senin sorunlarını senin yerine çözemez.

Bu gerçekler ışığında hayatını, aldığın kararları, planladıklarını çevrendekilerle müzakere etmen bazen belki de çoğu zaman işleri daha da karıştırır. Sana yakın olanlar aldığın her kararı desteklerler, kısa bir zaman içinde bir birinin taban tabana zıttı iki karar aldıysan dahi desteklerler. Onlar için önemli olan senin kendini rahat hissetmendir. Belki de gerçek arkadaşların yapması gereken de budur. Sonuçta masadaki, herkesin fikrini söyleyerek nihai bir konsensusa ulaşılması gereken ve müşterek taktikler geliştirilmesi gereken bir savaş alanı değil, senin hayatındır ve diğer insanlar çoğu zaman kritik tavsiyeler vermek istemezler. Belki sorumluluktan kaçmak için bunu yaparlar. Durum böyleyken sevgili October, problemlerini ve ikilemlerini kendin çözmelisin.

Kısa bir zaman içinde birbirine zıt iki karar almak utanılacak bir şey değildir, lakin asıl utanılacak şey ne istediğini bilmemektir ve bu bilmeme durumuyla diğer insanları da mutsuz etmektir. Dediğim gibi kısa bir zaman içinde bir birine zıt iki karar almakta yanlış bir şey yokken(sonuçta hayat ampirik tecrübelerden oluşur) yine aynı kısa sürede birincinin aynısı ve bu kez ikinciye zıt, üçüncü bir karar almak yanlıştır. Çevreye ve özellikle kendine karşı kredibiliteni azaltır. Kendine olan saygını azaltır. Ondan dolayı ne istediğine karar vermen gerek azizim.

Evet, genç October belki şimdiye kadar bazı konularda hayat seni hep kayırmış, hiç bir zorluk göstermemiş olabilir. Bundan önce yaptığın seçimler ve verdiğin kararlar sana hep huzur vermiş ve şimdi yaşadığın gibi sende daha önce tecrübe etmediğin ve acılı bir şekilde öğrendiğin rahatsızlıklar yaratmamış olabilir. Gerçek dünya bu ve istesen de istemesen de sen de bu dünyanın içinde yaşıyorsun.

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Yaz mı geliyor ne?




Ben işten çıktığımda hava hala aydınlık ve sıcaksa, eve gidip uyumak yerine mütemadiyen Alsancak'a gidip hafif boş mideye buz gibi biralar gönderip gün batımına kadar orada kalma planları yapıyorsam. O zaman yaz gelmiştir. Evet oldukça yüzeyel ama ben cemreyle, tarihle falan uğraşmıyorum, benim kriterim budur, zira mayıs ayında 37 dereceyi gördüysek mayısın haziranın hesabını yapmamak lazım.

Şimdi yazının girişini yazının devamından bir hafta önce yazınca öyle apışıp kalıyor insan. Neyse bir yerlere bağlarız elbet. bir aydır yazmıyorsak o kadar da melekelerimiz kaybolmamıştır herhalde

Yaz geliyor da ne oluyor peki?

1.5 sene tus çalıştıktan sonra 1 sene de(evet, meslekte 1 yılım doldu, ne de çabuk geçiyor zaman değil mi? Elinizde büyüdüm adeta :) hardcore bir şekilde mesleğe başlayınca yazın gelmesinin tek anlamı yıllık izin oluyor. Cidden güzel bir tatile ihtiyacım var, düşününce son düzgün tatilimi 3 yıl önce İspanya'ya gittiğimde yapmışım dolayısıyla yıllık iznimin bir gününü bile boşa harcamama arzusundayım. E bazı planlarım da var tabi.

İki parça halinde olacak yıllık iznim haziranda 8, eylülden sonra da 15 gün şeklinde. O 15 gün hem daha vakit olmasından hem de yeterince uzun olmasından dolayı(ki muhtemelen New York olacak) planlamada çok kararsızlık ve sıkıntı yaratmayacak da beni asıl endişelendiren 1 ay sonraki o 8 gün.

Bir takım girişimlerde bulunmadım değil. Pasaportumun süresini uzattım, biyometrik fotoğraflar çektirdim vize için, tur şirketlerine uğradım turlar hakkında bilgi aldım, akabinde emekli çiftlerle zaten gördüğüm Avrupa şehirlerini gezmek istemediğimi anladım, lakin en önemli olan şeye yani nereye gitmek istediğime karar veremedim.

8 günde çok uzağa açılmanın anlamı olmayacağından Avrupa'nın görmediğim kısımlarına yönelmek daha mantıklı görünüyor. İskandinav ülkeleri ve Benelux bölgesi adaylarımız... Hatta bu gün aklıma gelen ve ryanair'in de ucuz uçuşlarıyla desteklediği, İzmir'den Amsterdam'a gidip 4 gün Amsterdam'da kalıp oradan da Bulduğum ucuz uçuşlarla hep görmek İstediğim Dublin'e geçerek bi 4 gün de orada kalma gibi uçuk bir plan da yaptım. Aslında hiç de fena olmaz değil mi?

THY, Amsterdam, Schipol... Laaan?!

Muhtemelen bu planların içinde kesinlikle Amsterdam olacak zira İzmir'den direkt uçuş var ve en ucuz seçenek aynı zamanda en kaliteli olanı: THY. ilginç bir şekilde pegasus,sunexpress ve bir kaç yabancı şirketten daha ucuz. Amsterdam'dan sonra ya Brüksel-Brugge, ya da o yukarıda yazdığım çılgın planı yapacağım. Onun kararını vermem gerekiyor.


İşte October Swimmer kulunuz böyle planlar peşinde. Bir kere içime kurt düştü mü gaza geldim mi bu işleri sonuçlandırmadan rahat edemem, ki muhtemelen bir hafta sonra biletimi vizemi halletmiş olarak gün saymaya başlayacağım bir yazı yazabilirim. O zamana kadar bilettir, hosteldir, şehirdir, alternatif plandır, vize tüyosudur... Aklınıza gelen her türlü teklife tavsiyeye açığım. Memnun da olurum