12 Ocak 2009 Pazartesi

Geçmiş Zaman Blogu

Yine bir nostalji atağı geçiriyorum. Zaman zaman gelir bana böyle, hele bu son sıkıntılı dönemlerimde daha çok oluyor. 3 ay sonra gireceğim ve hayatıma kesinlikle yön verecek olan sınavı(TUS), bundan 7 yıl önceki büyük sınavla ilişkilendirdiğim zeminde yaşıyorum nostaljiyi... Tabii ki baş aktör Diyarbakır.

http://www.aksiyon.com.tr/fotograf/19335/5052601.jpg
Diyarbakır'ın şimdiki merkezi neresidir sorusuna cevap olacak noktanın fotoğrafı. Soldan Ekinciler caddesi, sağdan ise İstasyon caddesi geliyor

Geçen yazıların birinde bahsettiğim gibi 7 yıl oldu İzmir'e geleli, İzmir'in bir parçası olalı. Bu 7 yıl, hayatımın geri kalan kısmımı bu şehirde geçirmek isteyeceğim kadar sevdirdi İzmir'i bana, lakin bu 7 yılın öncesinde yaşanan neredeyse 18 yıl var ve o yıllar Diyarbakır'da yaşandı.

İzmir'e geldiğim ilk günden beri, onlarca insan tanıdım. Konu doğduğum ve büyüdüğüm şehre gelince hep aynı tepkiyle karşılaştım. Hiç benzemiyormuşum. Neye benzemediğimi anlayamadım. Bu tepkiye nasıl tepki vereceğimi bilemedim. Sevinmem mi gerekiyordu, yoksa üzülmem mi? Ben hiç sevinemedim ama... Diyarbakırlılara değil kafalarındaki stereotiplere benzemiyordum, burası kesindi, ama neden benzemiyordum bunu anlayamıyordum.

Fiziksel görünümüm ve yörenin şivesine uzak olan telafuzum(ki Cem'in beğenmediği açık "-e"'lerim var ama konu dışı onlar) onların hak verilecek sebepleri olabilirdi. Yine de ben daha fazlası olduğuna inandım, zira hiç benzemediğimi belirten cümleleri aslında "o taraflıların" aslında sarışın ve renkli gözlü olduklarını belirten bir detaylandırma ibaresi izliyordu. Yani fiziksel görünüm kriteri geçersiz kalıyordu. Neyse lafı daha uzatmayayım sonra toparlaması zor oluyor.


Biraz önceki fotoğraftaki Ekinciler caddesi'nin gündüz ve yakından çekilmiş hali. Bu da "En işlek caddesi hangisidir?" sorusuna cevap olur

Demek istediğim, kafalarda öyle bir stereotip oluşmuştu ki, en açık fikirlisinden ve samimisinden en bağnazına kadar bir "onlar" fikri vardı kafalarda ve bizim,( yani "onlar"'ın) farklılığımız sadece ten rengi ve şivemizden ileri gelmiyordu. Onlar, kaçak elektirik kullanıyorlardı, bölücülük yapıyorlardı, herşeyi devletten bekliyorlardı ama götürülen yatırımlara burun kıvırıyorlardı, gönderilen öğretmeni ve doktoru öldürüyorlardı(!), büyük şehirlere gelip hırsızlık ve mafyalık yapıyorlardı ve ayrıca olanca çirkinlikleriyle göz zevkini bozuyorlardı, onlarca çocuk yapıyorlardı ve en önemlisi cahildiler(hatta ünlü düşünür mankenlerimizden birine göre ter kokuyorlardı. Bir diğeri ise dağlılıkla ilişkilendirmişti onları yakın bir zamanda)

Ne sarışınlığım, ne şivemdi hiç benzemememin sebebi. yukarıdaki "onlar" tanımına uymuyordum. En önemlisi cahil değildim. En yakın arkadaşlarım dahi bu sınıflamayı yapıyordu bazen. Gezdiğim gördüğüm yerleri, sevdiğim yönetmenleri, kimsenin bilmediği ve sevdiğim müzik gruplarını anlattığımda, kısacası ne zaman entellektüelite temaslı konulara girsem verilen tepkilerin başına "adam Diyarbakır'lı ama..." ifadesi konurdu. Bunu muhtemelen beni övmek ve bana iltifat etmek için, son derece iyi niyetli; kendimi nasıl güzel yetiştirip "onlar"'ın içine girmediğim için söylüyorlardı.

Ben hiç bir zaman sevinemedim, çünkü beni içine sokmadıkları güruh, yani "onlar", benim halamdı, babaannemdi, komşumdu, üniversiteyi kazanamayıp esnaflığa başlayan arkadaşımdı, belki annem ve babamdı. 18 yılımı geçirdiğim, 3 yıldır görmediğim şehrin hepsini yerin dibine sokarak yüceltilmek takdir edersiniz ki pek sevinilecek bir durum değil.


Meşhur sanat sokağı, şimdi nasıl olmuştur merak ediyorum. 3 yıl önce yüzde yetmişi cafe olmuştu. Şimdi tamamı öyledir herhalde... En ileride görünen yer o zamanki evim

Yine de bu tanışmalar ve şaşırmalarla geçen yıllar boyunca, hiç bir zaman doğduğum şehire veya etnik kökenime dair bir ayrımcılıkla karşılaşmadım. Bilmiyorum, belki ya hep bana doğru insanlar denk geldi, ya da bu potansiyeli taşıyan insanlardan hep uzak durdum. Netice itibariyle kimse kuyruğum olup olmadığını merak etmedi. Dediğim gibi çevrem iyi niyetli insanlarla doluydu. Yine de bazen değişik reflekslerle de karşılaşmadım değil. Eski kız arkadaşlarımdan birinin sınav dönemi kesmediğim sakalları görünce böyle Kürtlere benzediğimi söylediği, yakın arkadaşlarımın, benim yanımda, bazen sevmedikleri insanlar hakkında konuşurken "x böyle böyle yapıyor, tam kürt..." gibi ifadeleri kullandıkları oldu, ama ben bunlara hep güldüm geçtim, üzerinde konuşmaya değer bulmadım. Konuşmadım da. Nasıl olsa hiç benzemiyordum "onlara".
-Kimlere?
-Kü.. ıhmps yani Diyarbakırlılara...

Güya Diyarbakır'daki son senemdeki ÖSS stresiyle şimdiki TUS stresini ilişkilendirdiğim bir nostalji içerisinde, Diyarbakır'ın sevdiğim sokaklarını tasvir edecektim. Mehmet Sabri Güzel İlkokulu'nun arkasındaki evimden, Elazığ caddesi üzerinden Diyar Galeria'ya gidişlerimi, o yol üzerindeki sağdan ikinci caddeyi ne kadar sevdiğimi; sonra Rızvan Ağa Parkı'nı geçip Sanat Sokağı'na girdikten sonra ikinci-yeşil olan- apartmanın önünde hep durakladığımı, devam edip çok sevdiğim Ekinciler caddesine çıktığımı, hatta yetinmeyip Kütüphane Sokağı yoluyla İstasyon Caddesi, ardından Gevran caddesi yönüyle çizdiğim kare şeklindeki amaçsız yürüyüş rotamı; İçofis ve sıva üzerine yıllarca binen kalorifer ve soba bacalarının kurumuyla koyu gri rengini almış, 70' ve 80' model binalarını ne kadar sevdiğimi anlatacaktım. Belki Lise caddesi ve Ali Emiri sokaklardan da bahsederdim...

Olmadı, bir dahaki sefere belki...

7 yorum:

alt + 168 dedi ki...

böyle daha güzel olmuş yazı...

24th fret dedi ki...

diyarbakırlı birinden böyle bir yazı beklemezdim doğrusu. çok güzel olmuş eline sağlık.

October Swimmer dedi ki...

bir gün de çıkıntı olma, cem

noraashira dedi ki...

"ötekileştirme" farketmeden yaptığımız bir şey haline geldi artık, insanların kendini tanımlamak için başkasının farklılıklarına ihtiyacı var : )

leylak sarabi dedi ki...

hani jim? hani pam? hani elitizm? ayıp olmuyor mu mr. swimmer?

October Swimmer dedi ki...

geliyor o yazı evladım, yarısını bitirdim, bugün yarın çıkar

Adsız dedi ki...

'yaftalamadan düşünün!' denmiş söyleyen tutarsız olsa da söylenen doğru imiş..
üstelik entellektüelitedir bazen aslında sıkıcı olan. arada basit de olabilmek gerekir, mutluluk çıtalarını düşük tutmalı..