***Koyu sarı bir kazak giymişti, doğrusunu söylemek gerekirse bu onun rengi değildi, ama yapacak bir şey yoktu,
1995'in Ocak ayıydı ve
Diyarbakır buz gibiydi. İlkokul beşinci sınıf öğrencileriydik ve ara karne günümüzde deneme sınavı kisvesi altında küçük kutucuklar karalıyorduk.
Kurt İsmail paşa sokağın kurum kaplı, 80' model binaları ve gri gök yüzünün verdiği kasvet içimize işliyordu, ama elden birşey gelmiyordu. Anadolu lisesine girecek ve hayatımızı kurtaracaktık.
***Okul değiştirmek pek sevimli değildir, özellikle de ilkokuldaysanız. Zaten hayatınıza yeni giren ve hala her sabah size karın ağrıları çektiren okul kavramına alışamamışken bir de yeni bir ortama alışmaya çalışmak zordur. Şahsen ben de İçofisteki okulumdan, Lise caddesindeki okuluma geçtiğim günün, hayatımdaki en mutlu gün olmadığını söyleyebilirim, yine de daha önce de söylediğim insanoğlunda var olan adaptasyon yeteneği, bende de en az cinsim kadar gelişmiş olduğundan, bir hafta sürmeden yeni ortamıma alışmıştım. Bir gün sınıfa yeni birileri geldi ve ben asla eskisi gibi olamadım.
***İlkokulda da kemik bir gözlüğüm vardı, açık kahverengi, nine gözlüğü yuvarlaklığında... Bir gün yine klasik ilkokul boğuşmaları içindeyken kendimi birden O'ndan kaçarken buldum. Sanırım fazla bir şey de yapmamıştım, buna rağmen benim kaçtığımı görmek; onun peşime vermesi için yeterli bir sebep oldu. Can havliyle sınıftan çıkmaya çalışırken kapıdaki kalabalığa çarptım ve o gözlük ortadaki bağlantı yerinden kopuverdi. Suç onun üzerine kaldı, benim de işime gelmişti, eve sunacak bir bahanem, parmağımı işaret edecek biri vardı. Onu yediği azar sonrası, ağlarken görmek üzmüştü beni, ama geri adım atmadım. Kendimi içten içe haklı çıkararak rahatlatmaya çalıştım. Peki sizce bu gözlüğü kim kırdı?
***Yıllar geçti.
ÖSS'ye hazırlanıyorduk. Hayata açılan çemberlerden biri daha kapanmıştı, döngü sonlanmıştı. Aynı sokakta, aynı gri hava ve kurumla kaplanmış binaların arasındaki aynı yerdeydi dersanemiz. Hayat değişmişti o zamandan beri, internet, cep telefonları, taşınabilir mp3 çalarlar girmişti hayatımıza ve dersane testleri teksir kağıdından kuşe kağıda dönmüştü. Yanımda oturuyordu yine, onla paylaşmadığım sırrım için beni zorluyordu, ona ısrarla söylemediğim ve hoşlandığım kişinin kim olduğunu soruyordu. Onlarca kez dilimin ucuna gelmişti. Her seferinde yaşadığım taşikardi başımı döndürdüğünden vazgeçmiştim. Yine o anlardan birini yaşıyordum ve yine söylemedim. Kim olduğunu adı gibi biliyordu. Bildiğini ben de biliyordum. Onun bildiğimi bildiğinden emin olsaydım söylerdim, ama yine söyleyememiştim. Üstünde yine sarı renk vardı. Sarı, hala onun rengi değildi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder