29 Ağustos 2010 Pazar

Kırık Kalpler Krallığı


En çok acı çekenin kralı olduğu bir krallık burası, insanların durmadan statü atlayabilmek için imkansız ve acı çekecekleri aşklara tutulduğu, kendilerini bile bile ateşe attıkları bir ülke. Kimse kalıcı değil, en azından büyük çoğunluk kalıcı değil... İç huzurunu bulanın ivedilikle sınırdışı edildiği bir yer. Tolerans gösterilmeyen tek şey ise drama kraliçeleri...

Değişik bir kast sistemiyle sınıflandırılmış bir toplum var burada en üstte Kral/Kraliçe bulunuyor. Üst üste en zalim kadınlardan tokat yemiş, en piç adamlarca sürekli aldatılmış, Sevdikleri tarafından sürekli terk edilen ve reddedilen insanlar hüküm sürmeye hak kazanıyor.

http://img.myconfinedspace.com/wp-content/uploads/2008/12/sad-king-dog-500x329.jpg
Ülke tarihinin en uzun süren yönetimi üstlenen hükümdarlarından Kral, III. Retrivous

Toplumun ikinci tabakasını soylular oluşturuyor. Soylular, kronik imkansız aşkları olan insanlar. Hayatlarında yeni dramalara yer yok, zira hali hazırdaki mutsuzluk sebepleri onlara fazlasıyla yetiyor. KKK toplumunun en asli unsuru olarak yer alıyorlar, zira bir kere soyluluk makamına erişince, soylu olarak ölünüyor. Soylular isimlerini boş yere haketmediklerini ise, kurdukları ailelere nesiller boyu sürecek bir mutsuzluk kültürü aşılayarak kanıtlıyorlar. Yani ebeveynlerinizden biri soyluysa siz de hayatınızın sonuna kadar soylu olarak yaşıyorsunuz.

Taban ise Özgür Vatandaş'lardan oluşuyor. Mutsuzluğu bir kültür olarak benimsemiş ve hep elde edemeyeceği şeylere özenen, hiç bir zaman karşılayamayacağı şeylerin hayalini kuran ve sürekli yetersizlik hisleriyle kavrulan insanların oluşturduğu tabaka, Soylu'ların aksine, toplumun en değişken tabakası. KKK ülkesinin en güzel yanı, mottosundan geliyor aslında:"Her şey mümkün". Bu tabaka içinden soylu da çıkarıyor, kral da, hatta mutluluğu yakalayıp vatan hainliğinden sürgün edilenleri de... Mutsuzluğunuz iyileşmeyen bir yara haline gelince soylu olabileceğiniz gibi, hani olur da hayallerinize kavuşursanız persona non grata durumuna da düşebilirsiniz. Ama üzülmeyin sürgün edilirseniz dahi, bu krallığın kapıları size her zaman açık, zira kimse geri dönmeyeceğinizi garanti edemez. Döndüğünüzde herkes sizi bağrına basacak, emin olabilirsiniz.

Kimsenin gülmediği bir ülke burası, Yalnızlıkland ile müttefik, temel gelir kaynağı umut tacirliği olan bu krallıktan, bu ülkenin öz evladı October Swimmer bildiriyor.

...ve unutmayın, "...ve sonsuza dek mutlu oldular" ifadesi, sadece masallarda olur, hepiniz, en azından bir süreliğine ülkemize geleceksiniz. Biz de kapılarımız ardına dek açık, sizi bekliyor olacağız.

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Kış Geliyor

http://img.archiexpo.com/images_ae/photo-g/soundproof-roof-window-against-rain-118128.jpg

Bunu yazın o kavurucu sıcağının bitmeye yüz tuttuğu bu günlerde söylemek kolay, ama en sıcak yaz gününde kavrulmayı, kışın üşümeye tercih ederim. Neden? Çünkü yazın herşey daha kolay...

Öncelikle en güzeli işten çıkınca havanın bir kaç saat daha aydınlık kalacağını bilmeniz, hemen bir sonraki gün gelmeyecek, hemen gece gelip sana; "Hadi, uyu artık, yarın yeniden işe gideceksin" demeyecek. En az 3 saat daha sana ait, Dışarısı seni bekliyor.

Sabahları yataktan kalkınca, seni o sıcak yatağa tekrar döndürmek isteyen soğuk hava yok. Evden çıkınca sadece sabah serinliği karşılıyor seni, yüzünü adeta kesen soğuk rüzgar değil. Böylece işine, okuluna, otobüs durağına yürüdüğün yol keyifli hale geliyor, güzel bir müzik seçtiysen tabi.

Yazın herkesin üzerinde bir rehavet var. Kendi işim için konuşuyorum, hastalar rahat, hastalıklar rahat, ameliyat günleri rahat, klinik şefi rahat. Hal böyle olunca yaptığın işten daha çok keyif alıyorsun, eve daha mutlu dönüyorsun

Soğuk Bira. Aslında sadece bu iki kelimeyi yazıp bıraksam da olur, ama o sıcak akşam üstü Muzaffer İzgü, ya da Gazi Kadınlar sokaklarından birinde(Tercihen gazi kadınlar) oturup akşamı soğuk bir bira ve tabii güzel bir sohbetle getirmek gibisi var mı?

Küçük haftasonu kaçamakları, İzmir gibi bir yerde yaşıyorsanız, boş haftasonlarınızın olmazsa olmazıdır 200 km çapındaki alanda gidecek o kadar çok yer vardır ki, yaz boyu bütün haftasonlarınızı harcasanız dahi bitiremezsiniz.

Uzadıkça uzar bu liste, ama uzatmak yaza bir kaç ay daha katmayacak, o yüzden yapacak bir şey yok geleni kabullenmek gerekecek, hatta benimsemek en güzeli, zira yaz güzel diye kış cehennem değil;

En nihayetinde İzmir'de kış kısa sürer ve yumuşak geçer ortalama sıcaklık 10 derece civarlarındadır, o yüzden "kara-kış" dramatizasyonuna gerek yok.

Pek tabii kışın en güzel yanı ev aktiviteleridir, Tek başına ya da arkadaşlarla... Bazen boş haftasonunuzda dışarıda sağanak yağmur yağarken içeride olduğunuza şükredip sıcak ve karartılmış odanızda bölüm üzerine bölüm dizi izlemek; bazen de gece üç beş kişilik grubunuzla anlamsızca sarhoş olana kadar içip o kafayla sonunda sızacağın film izlemek, ya da yeterince gaza gelip dışarıda devam etmeye çıkmak güzelleştirir kış gecelerini.

http://www.brandish.tv/sartorialist%20short%20suit%20sports%20jacket-thumb-430x285.jpg
Yazın şık olmaya çalışınca bile ortaya ancak böyle bir şeyler çıkar, şık mı? Kesinlikle hayır

Giyim konusunda kış her zaman daha zengindir. Erkek giyimi için söylüyorum, yazın üzerinizdeki bir t-shirt ve pantalondan oluşan kostümünüz, kışın yapabileceğiniz onlarca kombinasyonun yanında oldukça sönük kalır. Kış, her zaman daha şıktır.

Kış her zaman daha yaratıcıdır. Belki bazal depresyon yarattığı içindir, ama kışın daha derin hissedersiniz kendinizi. Daha çok yazmak, daha çok okumak, daha çok izlemek istersiniz. Yazınki rehavete benliğiniz de kapılır ve ancak kış gelince gerçek anlamda çıkabilirsiniz.

Tabi Ağustos sonunda kışın gelişiyle ilgili bir yazı yazmak absürd ama nasıl cumartesi gece yarısından sonra pazartesi sendromuna giriyorsam, ağustosun ikinci yarısından itibaren de kış sendromuna girerim, zira eylül, ekim hemen geçer, her sene kasım bütün karanlığıyla sizi bekler.

18 Ağustos 2010 Çarşamba

Çok beğenilince devamını çevirdiler


Severek okuduğunuz October Swimmer Tatilde serisinin bitişi sizi üzdü mü? Genç October'ın Avrupa'daki acılarını okumaya doyamadınız mı? Üzülmeyin.

İşte Beklenen Fırsat:

Okuyucularımız tarafından çok beğenilen October Swimmer Tatilde serisinin devamı geliyor!

Hepsi kuşe kağıda, birinci baskı!

Bakalım kahramanımız yeni seride neler yapacak:

10 Eylül'de İzmir'den yola çıkan October, Sabiha Gökçen üzerinden Roma'ya uçuyor. Bir gece Roma'da kalacak olan kahramanımız, ertesi gün vakit kaybetmeden kendini Dublin'de buluyor. 4 gece İrlanda'da geçirdikten sonra tekrar Roma'ya dönen Swimmer, Napoli, Floransa, Roma üçgeninde bir 4 gün daha geçirip 19 Eylül'de İzmir'e dönüyor.

Macera, İhtiras, Aşk... hepsi bu seride, koltuğunuzdan kalkmadan gün gün October Swimmer'ın gezilerine ortak olacaksınız.

Üstelik Octoberswimmer blog okuyucularına bedava! Bayinizden İstemeyi Unutmayınız.

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Çoktan Seçmeli




Aylar önce hayatımdaki döngülerden bahseden fazlaca mukadderatçı bir iki yazı yazmıştım. Yaşadığım ilişkilerde seçilen taraf olmaktan, her şeyin çok kolay gelişmesinden şikayetçi olmuştum. Çözüm reçetesi ise basitti, benim bu tür şeyler için çabalamam gerekiyordu, kendi fırsatlarımı kendim yaratmalıydım, seçen ben olmalıydım... Nedense bu konu hakkında hala söylemem gerekenler varmış gibi hissediyorum.

17 yaş önemli, en azından benim için öyleydi. Hayatımdaki en büyük değişiklikler o sene oldu. İlk duygusal travmam, ÖSS komedisi, İzmir'e gelişim(Evet üniversiteye başladığımda hala 17 yaşındaydım). O sene olan herşey bir şekilde hala hayatıma etki ediyor, sanırım hayatımın sonuna kadar da etki edecek. Kim olduğum şekillenirken kullanılan çimentonun tam kurumak üzere olduğu zaman 17 yaş ve ne yazık ki, ya da iyi ki o an o çimentoya çizilen her şekil, yazılan her isim sürekli orada kalacak.

O zamandan şimdiye kadar geçen 9 senede yaşananlar, ilişkiler, ayrılıklar, döngülerin çoğundan ben o seneyi sorumlu tutup sıyrılıyorum işin içinden. Belki de en kolayı böyle. Kim olduğumun bahanesi aslında o sene, çünkü aslında o sene özel bir şey yaşanmadı, yüksek anlamlar yüklenecek bir şey olmadı. milyonlarca kişi ÖSS'ye girdi on binlercesi şehir değiştirdi, kabuklarını kırdı, binlercesi yakın arkadaşına aşık oldu(ya da aşık olduğunu sandı) ve ilerleyen yıllarda o kişinin yüzünü unuttu, yüzlercesi aradığını bulamadı, onlarcasını bu durum etkiledi ama sadece bir kaçı bunu ilişkilerdeki başarısızlığına bahane olarak kullanıyor.

O hikayeyi tekrarlamanın anlamı yok, burada yazıldı, yakın arkadaşlarıma anlatıldı, defalarca kafamın içinde yaşandı. Her tekrarda biraz daha lirik oldu, her seferinde biraz daha yüceldi travmam. Ben yüce bir aşıktım çoğu zaman, o ise benim hislerimle oynayan kötü kalpli esmer kızdı. Ben yapabileceğim her şeyi yapmıştım, her çabayı göstermiştim, o aslında kimseyle beraber olmak istemiyordu, birini istese o kesin ben olurdum. Zaman çok dardı, sonra farklı şehirlere düştük, aynı ortamda olsaydık bir şansım daha olurdu... Böyle delüzyonlarla geçti yıllar. Dediğim gibi her anlattığımda, her düşündüğümde biraz daha güçlendi, içimde kapladığı yerde kendi etrafında katlarca cidarlar ördü. Arınmak gittikçe zorlaşıyordu... Dediğim gibi çok irdelendi bu hikaye, çok da bahane olarak kullanıldı. Kendime, ayrılmak istediğim sevgililerime, bir ilişki istemediğim insanlara, herkese...

Şimdi olayın, olsaydı, yaşansaydı kısımlarına girip ekranın ortasına çizgi çekerek expectations/reality karşılaştırması yapmaya gerek yok ama emin olun onlar da düşünüldü. 9 yıl uzun bir süre...

Bahane dedim evet, oraya gelmeliyim. Yukarıda özetlediğim bu olay biri tarafından seçilip benim de razı olduğum ilişkiler döngülerinin hepsine bahane oldu. Neydi? Ben yaşadığım travmadan sonra, bir daha reddedilmekten ya da terkedilmekten o kadar çok korkuyordum ki, kimse için ben çabalamıyor, ben harekete geçmiyordum. Beni isteyen insanlarla birlikte oluyordum, bağ kurmayıp hiç bir zaman kendimi tamamen vermeyip kısa bir süre sonra da başka bir döngüye geçmek üzere kaçıyordum. Çünkü neden? (Burada hep beraber söylüyoruz) Çünkü benim bir travmam vardı!!!

Ha arada çabaladım belki bir yerinden kırılır diye, ama yaptıklarım bir hayalete yönelik yazılar yazmaktan ve şahsen tanışmadığım bir insan hakkında metaforik yazılar yazmaktan öteye gitmedi.

Sonuç açık aslında, en son yazdığım yazıdan sonra değişen bir şey yok. Zayıflıklarımı örtecek güçlü bahanelerim var, her yaptığım hareketi kendime hak gören, öz-teyit edici bir ego'ya sahibim ve bu yaştan sonra bir şeyin değişeceğini sanmıyorum. İlişkilerde anın içinde kaybolmak yerine dinamikler üzerine kafa yorduğumdan, elimde kalan tek şey bir kaç aylık serbest düşüş konseptli grafik eğrileri oluyor. Nihayetinde en başından benim istemediğim, ama beni isteyen insanlarla, çoğunlukla keyif almadığım vakitler geçiriyorum. Tamam, bir şey kaybetmiyorum, yalnızlık ve istenmeme üzerine milyonlarca yazı, şarkı, film, kitap varken ben nerdeyse her zaman bana eşlik edecek birini buluyorum ama büyük resme bakınca kaybettiğim bir şey olmadığı gibi kazandığım bir şeyin de olmadığını görüyorum.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Güncellemeler 16: The Man in Me

**Can simididir güncelleme yapmak, yazıya tekrar ısınmayı sağlayandır.

**Yaz demek tatil demekti benim için bir kaç ay önce, tatili de yaptık hatta görmemişler gibi buraya detaylarıyla da yazdım, ne yaptığımı. Evet, yaz bitiyor artık, tüm sıcaklığına hatta cehennemliğine rağmen istemiyorum yazın bitmesini. Yaz ve o sonsuz gün ışığını seviyorum. İşten geldikten sonra hala 4 saatlik gündüzün varlığını seviyorum. Dışarıdaki hayatı seviyorum aslında. Oysa kışın henüz saat 5'te evinize doğru yürürken, kararmış hava beraberinde kasvet de getiriyor, bütün hevesleri kırıyor, eve mecbur ediyor insanı...

Odasının kapılarını sadece octoberswimmer.blogspot.com için açtı...

**Hal yukarıda yazdığım gibiyken, ben de bu kışı evde geçirmeye karar verdim. Mayıs'a kadar 25 metrekarelik odamda çıkmamayı planlıyorum. Bunu da olası kılmak için odamı biraz daha çekici hale getirmek gerekiyordu, üzerime düşeni yaptım. Biraz IKEA'nın biraz da teknoloji marketlerinin yardımıyla odamı cazibe merkezi haline getirdim. İkinci çocukluk dönemi başlasın bakalım.

**Aylar sonra kayıt yaptım, yaptığım şey tatmin edici miydi? Hayır. Yaptığım şey motive edici miydi? Hell, Evet:) Fazlasını yapmak istiyorum, daha fazlasını öğrenmek istiyorum. Hatta artık bir şeyler üretmek istiyorum, lakin tek sorun hayatımın fazla iyi gitmesi. Hayır, şikayetçi değilim ama dert yoksa, tasa yoksa, drama yoksa üreticilik de azalıyor, bunu kimse inkar etmesin. Yine de önerisi olan varsa lütfen...

**Pazartesinden itibaren artık kliniğin en çömez asistanı değilim. Nihayet yeni biri daha geliyor. Bu, benim angaryalarımın bir çoğunun azalacağı ve nöbet sayımın da ufak bir değişiklikle azalacağı anlamına geliyor. Bu güzel bir şey. Öte yandan artık biraz daha fazla okumam, biraz daha bilgimi arttırmam da gerekiyor, artık bahanem kalmıyor. Unutmadan, bugün klinikteki ilk yılımı doldurdum, ya gördün mü sevgili okur zaman ne çab... Tamam, vurmayın jkdlasdlk

**Tatil bitti dediysek yanlış anlaşılmasın, yaz tatili bitti. Daha Eylül tatili duruyor. 15 gün kadar iznim hala mevcut. Bir kaç hafta öncesine kadar, zaten Schengen vizem devam ettiğinden, tekrar Avrupa'ya gitmek istediğimden emin gibiydim. Bu aralar huzur tatiline heveslendim. Fethiye, Kabak koyu gibi planlar mevcut. Ya da tekrar, tek başına Avrupa(İrlanda ya da İskandinavya gibi görünüyor) olacak. Hangisini yapmalı ki?

**Bu da böyle bir kaçak güreşimdir. Bir sonraki yazı adam gibi olacak, söz.

8 Ağustos 2010 Pazar

I Don't Know

8 ay sonra başka bir kayıtla karşınızdayım. Bunu yayınlayarak uzun süreli sessizliğimi de bozayım, tekrar yazmaya başlayayım istiyorum ayrıca. Aşağıdaki muzicon'dan ya da sağ alttaki box.net widget'inden dinleyebilirsiniz. Hani çok istiyorsanız eheh.