14 Haziran 2011 Salı

Evcilleşmek


“Her gün aynı saatte gelmelisin” dedi tilki. “Örneğin öğleden sonra saat dörtte gelirsen, ben saat üçte kendimi mutlu hissetmeye başlarım. Zaman ilerledikçe de daha mutlu olurum. Saat dörtte endişelenmeye ve üzülmeye başlarım. Mutluluğun bedelini öğrenirim."

Her gün aynı saatte geldi. Vakit yaklaştıkça heyecan ve mutluluk başladı, biraz daha yaklaşınca yerini endişeye bıraktı. Geç kaldığı zamanlarda ise hissettiğim şey korkuydu. "Korku" buradaki anahtar kelime sanırım. Bütün motivasyonların kaynağı. Rüşvete alışmış yozlaşmış bir memur... Onu kapının dışında tutmak için hep daha fazla çabalamak gerekiyor. Bir bakış, güzel bir söz, bir gülümseme için dilenmek; hep daha fazla vermek gerekiyor. En son noktaya kadar...

Memnun olmak en güzel şeymiş. Yorumsuz bir hayatı seçmek. Koltuğunun, yatağının rahatlığında, cehaletin saadetini yaşamaya devam etmek. Risksiz hayat, belki mutluluğu tadmadan ama kesinlikle güvenli hayat... Mutluluk kötü kardeşi, korkuyla geliyor. Anksiyete rüyaları, iştahsızlık, sabitlenme ve dikkatsizleşmeyle geliyor. Eski ve sağlam bütün temellerini sarsıp, eski benliği tanınmaz hale getiriyor. Neye uğradığını, neye dönüştüğünü anlamakta güçlük çekiyorsun.
...ve zaman geliyor ki, darmadağın edilip eline verilmiş bütün değerlerini tekrar bir araya getirmek için umutsuzca çabalarken, önceki bütün önyargılarının doğru olduğunu anlıyorsun.

***

"Şimdi git ve güllere bir kez daha bak. O zaman kendi gülünün evrende eşsiz ve tek olduğunu anlayacaksın."

-Hem ayrılsak ne olur ki? Ben, herkes için sadece bir kişi olduğuna inanmıyorum. Dışarıda milyonlarca insan var. Elbet birini bulacaksın. Hatta belki sonradan geri dönüp beni düşününce güleceksin.
Yüzüne baktım, bakışlarından bir şeyler çıkarmaya çalıştım. Çelişkiliydi. "Olabilir" dedim. Biraz duraklayıp devam ettim: "Madem Küçük Prens'in lafı geçti. Evet dışarısı gül bahçeleriyle dolu, ama onun için tek önemli olan kendi gülü. Ben de başka gülleri istemiyorum" dedim.
Gülümsedi, ama hala çelişkili bakıyordu

***

“Evet, güzelsiniz. Ama boşsunuz. Sizin için kimse yaşamını feda etmez. Yoldan geçen herhangi biri, benim gülümün de size benzediğini söyleyebilir. Ama benim gülüm sizin her birinizden çok daha önemlidir. Çünkü ben onu suladım. Ve onu camdan bir korunakla korudum. Önüne bir perde gererek rüzgarın onu üşütmesini engelledim. Tırtılları onun için öldürdüm ( ama birkaç tanesini kelebek olmaları için bıraktım). Onun şikayetlerini ve övünmelerini dinledim. Ve bazen de suskunluklarına katlandım. Çünkü o benim gülüm.”

Evcilleşmek, mutluluğun bedelini öğrenmek, hayatın bütün ironilerini birkaç günde yaşamak. O gül, küçük prensi nasıl evcilleştirdiyse ben de evcilleştim. Başıma ne geleceğini aşağı yukarı biliyordum. Korktuklarım başıma gelirse ne yapabilirim ki, kime kızabilirim üzülürsem?

"Böylelikle küçük prens tilkiyi evcilleştirdi. Ve ayrılma vakti geldiğinde “Ah! Sanırım ağlayacağım” dedi tilki. “Bu senin hatan” dedi küçük prens. “Ben sana zarar vermek istemedim. Seni evcilleştirmemi sen istedim. “Doğru, haklısın” dedi tilki. “Ama ağlayacağını söyledin!” “Evet, öyle.” “O halde bunun sana hiçbir yararı olmadı.” “Hayır, oldu. Buğday tarlalarının rengini gördükçe seni hatırlayacağım"

4 yorum:

drsophila dedi ki...

'Gel, birlikte oynayalım. Öyle mutsuzum ki' dedi küçük prens.
'Seninle oynayamam' dedi tilki, 'ben evcil bir hayvan değilim.'
Neden evcilleşmeden oyuna dahil olamıyoruzki?


'Evet. Örneğin, sen benim için sadece küçük bir çocuksun. Diğer küçük çocuklardan hiçbir farkın yok benim için. Sana ihtiyacım da yok. Aynı şekilde, ben de senin için dünyadaki yüz binlerce tilkiden biriyim sadece. Bana ihtiyaç duymuyorsun. Ama beni evcilleştirirsen eğer, birbirimize ihtiyacımız olacak. Sen benim için tek ve eşsiz olacaksın, ben de senin için.'
Evet birbirimiz için eşsiz ve tek olacağız ama bu aynı zamanda sonunda mutsuz olmayı getiriyor belki de beraberinde.



'Bütün tavuklar birbirine benzer. Bütün insanlar da öyle. Bu yüzden biraz sıkılıyorum. Ama beni evcilleştirirsen eğer, yaşamıma bir güneş doğmuş olacak. Senin ayak seslerin benim için diğerlerinden farklı olacak. Ayak sesi duyduğum zaman hemen saklanırım. Ama seninkiler, bir müzik sesi gibi beni gizlendiğim yerden çıkaracaklar. Şu ekin tarlalarını görüyor musun? Ben ekmek yemem. Buğday benim hiçbir işime yaramaz. Bu yüzden de bu tarlalar bana hiçbir şey hatırlatmazlar. Buna üzülüyorum. Ama sen beni evcilleştirseydin, bu harika olurdu. Altın renkli saçların var senin. Ben de altın renkli başakları görünce seni hatırlardım. Ve rüzgarda çıkardıkları sesi severdim.
Sustu tilki ve uzun bir süre küçük prensi izledi.
'Senden rica ediyorum. Lütfen beni evcilleştir!' dedi.
Beni evcilleştirdikten sonra bırakacağını biliyorum ama olsun yine de seninle evcilleşmek istiyorum.Sen gittikten sonra önce mutsuz olacağım,daha sonra seni hatırlatan şeyler beni güldürüp mutlu edecek.
Aslında bile bile lades demek gibi biraz da yani sonunu bile bile yine de bazı şeyleri göze almak, hatta göze almakla beraber üstüne üstlük bi de karşındakine 'beni şöyle şöyle yaparak evcilleştireceksin' die anlatarak onun işini kolaylaştırmak.Sonunda üzüleceğini bile bile, baştaki biraz mutlu ya da gülümseten an için her şeyi göze almak.
'Tilkiyi hatırladım. İnsan birinin kendisini evcilleştirmesine izin verirken, bir parça da ağlamayı göze alıyor demektir'.

Peki bu evcilleşme sürecinden sonra tekrar eski hale dönmek ne kadar süre alır ya da eski hale dönülebilir mi?Ya da insan kaç kere başkalarının onu evcilleştirmesine izin verir?

Eliff dedi ki...

Küçük Prens'le harmanlanmış bu yazıyı çok beğendim, eline sağlık.

October Swimmer dedi ki...

@drsophila neredeyse bir blog yazısı gibi bir katkı olmuş:)

@eliff: teşekkür ederim

drsophila dedi ki...

=))aslında gönderdikten sonra aklımdan biraz abarttığım geçmedi deil.
küçük prens yazın çok hoşuma gitti,bişeyler yazıyım dedim akut zamanda,yazıp gönderdikten sonra bu biraz fazla oldu sanırım,kendi blogunda mı sandın kendini,sadece yorum yapsam daha iiydi sanki dedim.öle kaldı tabi.utandım bak şimdi=)