Hastaneden kaçarcasına havaalanına gittim. Uçaktan indiğimde saat 7'yi geçiyordu ve ben neredeyse 3 yıl sonra tekrar Diyarbakır'a dönmüştüm. Ablam ve küçük yeğenim beni havaalanından aldıktan sonra 4 gün sonra aynı yerden çıkmak üzere şehrin içine daldık.
Diyarbakır'a en son 2009 yılında, Ergani'nin bereketli köyündeki 3 aylık mecburi hizmetim için gitmiştim. İzmir'e ihtisas için geri döndüğümden beri şehrim orada, uzaktaki memleketim olmaya geri dönmüştü. İki gün arayı kapatmakla, Bir yıla yakın bir süredir tekrar oraya yerleşen Kirve'yle vakit geçirmekle geçti. Elbette 3 yıl önce müdavimi olduğumuz Beyaz Kafe'yi de unutmadık. Üçüncü gün ise İzmir'de müdavimi olduğumuz mekanın artık arkadaşımız haline gelen sahibi Okan ve eşi Aylin'e Diyarbakır'ı gezdirmekle geçti Hatta araya ufak bir Mardin gezisi bile sıkıştırdık.
Elbette işin lezzet turizmi kısmı da var. Bu kısım aklında kalsın sevgili okur, yarın yolun düşerse işine yarar. Diyarbakır'a gidersen, Postane arkasında ciğer kebabıyla kahvaltı yap. Başka günün varsa öbür kahvaltını da Hasanpaşa hanında Mustafa ya da Kadri'nin yerine saklarsın. Öğlen yemeği için mutlaka Buket Lahmacun'a git. Hayatındaki en iyi lahmacunun yanında mevsimi de gelmişe koyun yoğurdundan ayranı içmeyi unutma. Üstüne elbette Sanat sokağında Beyaz Kafe'ye uğrayıp kaçak çayını içececeksin. Nargile seviyorsan oradaki çocuklardan Mehmet ya da Emre'ye selamımızı söyle sana özel karışımlı nargileden hazırlasınlar. Akşam yemeği için seçeneklerin çok, ister Özler et lokantasına gidersin ara sıcakları mükemmeldir, servisin hızından başın dönebilir ama... Daha şık bir yer diyorsan Keyf-i Kebap'ı da seçebilirsin verdiğin paraya değer, ya da dicle nehri kıyısında on gözlü köprüye, kırklar dağına bakarak bir akşam yemeği yemek, yanında da rakı içmek istersen Erdebil Köşkü'nü seçmelisin. Gün batımını kaçırma ama... Gece otantik bir atmosfer, güzel müzikler ve içebileceğin en doğal şarap olan Süryani şarabı istiyorsan tarihi Sülüklü Han'da bir kaç saat geçirebilirsin. Hala yerin varsa Levent ya da Sıtkı ustadan künefeyle günü sonlandırırsan o zaman Diyarbakır'ın hakkını vermişsindir derim.
Herkesin ismimi bildiği şehre geri dönmek iyi geldi. Üç yıl önceki, üç aylık dönemi saymazsak 10 yıldır ayrıyım memleketimden ve bu 10 yıl içindeki küçük ziyaretlerden hiçbirinde bu seferki kadar özlediğimi hissetmedim. Hiç bu kadar ait olmadım bu dönüşlerin hiç birinde. Dönmeden bir kaç saat önce nargilemi içip sanat sokağını izlerken, temelli orada kalmak istedim.
İzmir'deki son yılıma girdiğimden artık ayrılık fikrine alıştım. 10 yılımı verdiğim, içinde ben olduğum, kendimi tanıdığım bu şehirden ayrılmak çok zor. Neticede henüz 18'ime girmeden, bir çocuk olarak geldiğim bu şehirden, bir adam olarak ayrılacağım. Zaten ayrılık benim seçimim de değil, önümde yaklaşık iki yıllık bir mecburi hizmet daha var. Bu mecburiyet neden Diyarbakır olmasın? O mecburi hizmetten sonra Türkiye'nin batısındaki hayatımı sonlandırıp asıl ait olduğum yere neden yerleşmeyeyim ki sevgili okur?
2 yorum:
Hmmm, sen Diyarbakır'ı, köklerini gerçekten seviyorsun. Hissettiğin bu aidiyet duygusu çok güzel, rahatlatıcı, seni okurken çok içten anladım özlemini.
Keşke yazını daha önce görseydim, Poliş bir süredir Diyarbakır'daydı, ona kahvaltı, akşam yemeği tavsiyesi verirdim, hatta nerede kaçak çay içeceğini bile söylerdim havalı havalı, güzel olurdu;)
Neyse, ileride bir zaman gidersem benim için küçük bir rehber olsun bu yazı, teşekkürler.
Sevgiler.
ben de tam;''ait olduğum şehrin yabancısı,yabancısı olduğum şehrin yerlisi oldum'' diye düşünüyordum, her İZmir dönüşü, İzmir'e gitmek değil artık İzmir'de yaşamak özlemini körüklüyor bende...sen buraları özlerken benim aklım hala Ege körfezinde
Yorum Gönder