6 Mart 2011 Pazar

Hayat bir kazadır

"Ey gece otobüslerine binenler, mutsuz kardeşler, biliyorum sizlerin de aynı yerçekimsizlik zamanını aradığınızı. Ne orada, ne burada, ama iki dünyanın arasındaki huzurlu bahçede başkası olup gezinmek. Meşin ceketli futbol meraklısının sabahki maçı değil, kanlar içinde bir kızıl kahramana dönüşeceği kaza saatini beklediğini biliyorum. Plastik torbasından ikide bir bir şeyler çıkarıp tıkman asabi teyzenin kızkardeşine ve yeğenlerine değil, öteki dünyanın eşiğine ulaşmak için can attığım biliyorum. Açık gözü yolda, kapalı gözü rüyalarda gezen kadastrocunun vilayet binalarını değil bütün vilayetlerin arkada kalacağı o kesişme noktasını hesapladığını ve en ön sırada uyuyan soluk yüzlü liseli aşığın sevgilisini değil, ön camı tutku ve hırsla öpeceği şiddetli buluşmayı düşlediğini biliyorum. Bu heyecanla zaten hepimiz, şoför sıkıca bir fren yaptığında, otobüsümüz rüzgârla şöyle bir savrulduğunda hemen gözlerimizi açıp yolun karanlığına bakıp o sihirli saatin gelip gelmediğini çıkarmaya çalışıyoruz."



En kötüsü de ses aslında. Fren sesi, korna sesi, aracın içindeki insanların uyarı, kızgınlık en çok da korku içeren sesleri ve en önemlisi çarpışma sesi...

Önünüze çıkan araca doğru giderken, evet sonuna kadar bastığınız frenin bir işe yaramayacağını bilerek giderken aslında bilinmez bir yere doğru da gidiyorsunuz. Bu saniyeler, belki bazen saniyelerden de daha az süren bu yolculuk, o kadar kısa, hem bir o kadar da uzun ki, sayamayacağınız kadar düşünce balonları patlıyor beyninizde, bir çok hesap geçiyor kafanızdan. Bu bütün düşünceler ve hesaplar beyhude, bunu siz de biliyorsunuz, çünkü siz ve önünüzdeki, son durağınız olan kamyonetin sağ yanı arasındaki metreler azaldıkça yapacağınız hiç bir şey sonucu değiştirmeyecek. Buna rağmen kafanızdaki düşüncelere engel olamıyorsunuz.

Yukarıda, beyniniz bunlarla meşgulken aşağıda böbrek üstü bezinde de hummalı bir çalışma var. Bu süngerimsi yapıdaki bezin içindeki milyonlarca hücrenin bu zamanlar için küçük kesecekilere depoladığı adrenalin, uzun süredir bu anı bekliyormuşcasına, çıkış zilini duymuş ilkokul çocukları gibi keseciklerini patlatıp kanınıza karışmaya başlıyor. Kalp atışlarınız hızlanıyor, göz bebekleriniz büyüyor refleksleriniz keskinleşiyor, ama nafile...

Vücudunuzun ve beyninizin hiç bir çabası işe yaramıyor ve nihayet o sesi, bir şeylerin yolunda gitmediğinin, bir şeylerin hasar gördüğünün habercisi olan ve sırtında bir sürü belirsizlik taşıyan o sesi duyuyorsunuz.

O sesle beraber olayın ikinci kısmı başlıyor. İlk duygu "merak" oluyor. Kendinize ve diğerlerine bir şey olup olmadığını merak ediyorsunuz, ellerinizi ayaklarınızı hareket ettiriyorsunuz, ettirebildiğinizi görüyorsunuz. Tabii elleriniz titreyerek ihtiyacınızdan fazla hareket edebildiğini gösteriyor. Arabadaki diğerlerini merak ediyorsunuz, herkes iyiyse bu kez kazaya karışan diğerlerine bir şey olup olmadığını merak ediyorsunuz ve tabii ki arabanıza ne olduğunu merak ediyorsunuz. Bu esnada ilginç bir coşkunluk hissi kaplıyor benliğinizi, nedenini anlamıyorsunuz ama içiniz içinize sığmıyor.

Size sonsuzluk kadar uzun gelen bir kaç saniyeden sonra nihayet kendinizi hazır hissettiğinizde, bütün meraklarınızı ve coşkunluğunuzu bastırmak üzere eliniz kapı mandalına gidiyor ve dışarı çıkıyorsunuz...

5 yorum:

justine dedi ki...

Çok güzel bir yazı bu. Okudum, olmadı tekrar okudum. Kaza gibi korkunç ve unutulmak istenen (Cronenberg gibi düşünmeyi isterdim ama hayır, kaza sadece b.ktan bir kabustur. Ayrıca Crash'ı da beğenmemiştim.) bir olayı ne kadar "gerçek" anlatmışsın. Tabii alıntı var bir de, Yeni Hayat'tan değil mi? Senin yazdığın (sanırım) ve Pamuk'tan yaptığın alıntı biraz karışıyor (aynı metin gibi) ama olsun, ben çok beğendim yazıyı.

On sekiz, on dokuz yaşlarındayken kaza geçirmiştim. Hep merak ederdim herkesin böyle bir hikâyesi olur mu diye. Çünkü Gerede'de çalışıyordum ve inanılmaz çok trafik kazası geliyordu. Sadece kaza geliyordu belki de. Neyse, arabamız birkaç takla atmış ve tekerlekler üstte, durmuştu. Biz, annem ve dört kardeş (ailemiz bu kadar zaten), arabadan burnumuz bile kanamadan çıkmıştık. Herkes çok şaşırmıştı bu işe, su verenler, bir yerinizde kırık çıkık var mı diyenler vs. vs. En kötüsü arabanın yolda kayma anıydı, korkunçtu. İşte şimdi ölüyorum diyorsun. Korkuyorsun ama sakin bir korku bu. Çok iyi hatırlıyorum, o bekleyişi. Durma anı daha güzel. Gerçekten. Bitiyor ne de olsa. Tekrar anlatmama gerek yok, sen gayet güzel ve doğru yazmışsın. Akıldan geçen binlerce hesap, ışık hızıyla. Bir de, onca kaza sonrası durumu görmüşüm, hepsi facia. Bir şey olur diye bekliyorsun; kırık, kanama, ölüm, şu bu.

Çok uzar bu, bitireyim hemen. Biz o kazanın akşamında yüzmüştük biliyor musun?:) Tatilimiz ya rezil olacaktı ya da devam edecektik yaşamaya. Yüzmeyi tercih ettik tabii. Bu akşam başım çok ağrıyor, keseyim. Eline sağlık October.
Sevgiler.

October Swimmer dedi ki...

teşekkürler:) ilk pararaf evet yeni hayattan alıntı. Diğerleri benim "kaza"yla imtihanımdan ibaret...

ve hayır ben yüzemedim:)

justine dedi ki...

A, onu da soracaktım! Kusura bakma lütfen. Sen iyisin değil mi, kaza mı geçirdin, diyecektim konuşmaya daldım yine. Nasılsın, yeni mi oldu kaza? Hay allah.

October Swimmer dedi ki...

dün oldu, ama iyiyim. zaten yazdıklarım oldu. teşekkür ederim:)

justine dedi ki...

Çok geçmiş olsun. Ben hem kullanır hem de kaza yapmaktan deli gibi korkarım, ne de olsa "bayan" sürücüyüm:) Neyse, sana bir şey olmadığına sevindim. Hoşçakal.