...Birasından bir yudum aldı. "Eğer sen bir evsen, evet ben o eve girebiliyorum ama içindeki odaların hepsinin kapısını çalmam gerekiyor, öylece dalamıyorum. Evet yeterince sabredersem, o kapıyı açıyorsun ama bunu kendin açman gerekiyor, sen açmadan girersem bazen aşırı tepkiler veriyorsun" dedi. Düşündüm, metaforu sevdim, hak da verdim ona.
"Ama emin ol sen ve Yiğit kendimi en fazla açtığım insanlarsınız. Daha fazlasını yapamıyorum çoğu zaman. Bilmiyorum kişilikle ilgili bu, bazen size bile içimdekileri dökebilmek için çok birikmesi gerekiyor, artık içimde tutamayacağım zaman anca anlatabiliyorum." Metafordan devam ettim. "Belki romantik ilişkilerde işlerin yolunda gitmemesinin sebebi bu. Evet, siz o evin içine girebiliyorsunuz ama birlikte olduğum insan o eve giremiyor. Nedense izin vermiyorum. Sadece bahçeyle yetiniyor. Bahçeyi görüyor, evin dış cephesinin boyasını görüyor... Bunlara olan ilgisini kaybettikten sonra ister istemez evin içindekileri merak ediyor, eve girmeye çalışıyor. Ama ne perdeleri açıyorum ne de kapıyı aralıyorum. Öylece bitiyor ilişki."
"Çarpık bir tasvir gibi görünse de hayatımdaki insanları koyduğum katmanlar var. Büyük çemberden küçük çembere doğru giden iç içe girmiş çemberlerin oluşturduğu katmanlar. En içtekinde siz ve ailem var, sonrası azalan samimiyete göre dışa doğru gidiyor. Kimse olduğu katmanı değiştirmemeli çünkü sonu -tecrübeyle sabittir-hayalkırıklığıyla bitiyor. Her katman beni, onlara kendimi tanıttığım kadarıyla biliyor. Daha fazla açılmıyorum, daha fazlasına da gerek yok. Dolayısıyla beni en çok tanıyan da siz oluyorsunuz."
Uzun bir sessizlik oldu, sonra konu değişti. Alsancak'ta takılmaya devam edip etmeyeceğimizi konuşmaya başladık...
2 yorum:
Yorumsuz geçip gitmek ayıp olurdu. Güzel yazmışsın.
"kişilerin katmanları değişmemeli, kötü oluyor" demişsin. sevgili olursak işler bozulur diyorsun yani?
Yorum Gönder