12 Aralık 2009 Cumartesi

cumartesi



Ani bir kararla hastaneden kendimi dışarı attım. Ahmak ıslatan yağıyordu, sağnak potansiyeli vardı ama o da karar verememiş olacak ki bir yağdı bir durdu, sonra sıkıldı yağmamaya karar verdi, en azından şu ana dek...

Önce alışveriş yapacaktım, bu ay hiç bir şey almamıştım ve ne alacağımı bilmesem de alışveriş yapmak istiyordum. Ne istediğini bilmek lazım, zaten o yüzden bir şey alamadım. Düz siyah bir kravat dışında... Ne yapacaksam?

Aklımda alışveriş sonrası elimdeki kağıt torbalarla (poşet demiyorum dikkat et!) bir yere oturup bir yorgunluk kahvesi içmek vardı. Aldıklarımı ve yanımda taşıdığım çantamı zorla boş sandalyeye sığdıracak, o esnada aşırı sessiz ortamda kahvemi içerken ister yanımdaki bilgisayarımdan biraz boyun anatomisi bakacak ya da yanımda taşıdığım ve sadece ilk sayfasını okuyabildiğim kitabımı okuyacaktım ve bu esnada hiç sıkılmayacaktım.

Ama şöyle oldu: Üç mağaza dolaştım, sırf alışveriş yapmak için çıktığımdan ve ne istediğimi bilemediğimden hiç bir şey alamadım. Beğendiğim şeyler zaten o mağazalardan daha önce aldığım şeylerdi. Sonra sakin bir yer yerine nedense Starbucks'a girdim. Huzur dolu bir iki saat geçireceğim derken haftasonu diye dersaneyi asan 7-8 li ergen grubun olduğu üst katta buldum kendimi. Laptoptan anatomi bakmadım, Facebook'a girdim, Twitter'dan millete laf yetiştirdim ve sıkıldım, evet sıkıldım. 2 saatlik kaçamağım pek memnun edici değildi. O hariç...

Onla toplamda 3 kelime konuştum. O bir kaç kelime daha söylemiştir. 3 kelime dedik ya açalım:
Yukarıda, o Starbucks vurdumduymazlığıyla kirli bırakılmış masalardan hangisinin boş olduğunu anlamaya çalışırken bana, okuduğu kitabından gözünü kaldırıp yanındaki masayı işaret ederek "burası boş" dediğinde "Boş mu" karşılığını vermekle iki; daha sonra tuvalete giderken masasını soranlara dolu dememi rica ettiğinde ise "Tabi" demekle üç kelime konuşmuş oldum Onla.

Görenin nefesini kesecek bir güzelliği yoktu. Aslına bakarsanız çoğu insanın "güzel" diye nitelendirebileceği biri bile değildi belki de. Çekici kısmı naif olmasıydı ama utangaç değildi. Girişkendi, sohbet canlısı gibi görünüyordu.

Yalnız oturuyordu, ben de yalnızdım. Benle iki defa kendiliğinden etkileşime geçmişti. Masalarımız ayrı masalardan bile sohbet edebilecek kadar yakındı bu nedenle bir kaç defa göz göze geldik. Yine de ben sohbete başlama teşebbüsünün uygun olup olmayacağını düşünüyordum. Tanımadığınız bir karşı cinsle böyle bir durumda ya konuşursunuz ya da konuşmazsınız. Konuşmayı düşünmezsiniz, düşünürseniz zaten konuşmayacaksınız anlamına gelir, üstelik hem konuşmayacaksınız hem de bunun üzerine kafa yoracaksınız anlamına gelir. Ben de öyle yaptım işte, sohbet etmeye teşebbüs etmedim. Düşündüm ve tabii ki vazgeçtim. Hatta bana yerine göz kulak olmamı rica edip lavaboya gittiğinde, geri döndüğü zaman ne söyleyeceğimi bile derledim. Ciddi bir tavır takınıp "Kimseyi oturtmadım buraya" dedikten sonra ortamın ne kadar da gürültülü olduğundan şikayetçi olup sohbete başlamayı planladım. Oysa lavabodan döndüğünde bana "teşekkürler" gülümsemesi attı ben de ona "hiç önemli değil" gülümsemesiyle karşılık verdim.

Sonraki bir saatte ben aldığım muffinin her bıçak darbesiyle dağılmasından hayal kırıklığına uğradım, her gün onlarca kez girdiğim siteleri bir kez daha dolaştım, kesmeyince telefonla konuştum, O'nu göz ucuyla izledim. O ise aynı sukünetle Ahmet Ümit'in Kukla'sını okudu, (Masasının üzerinde ayıraç olarak kullandığı bir fotoğraf vardı. Bir asker savaş uçaklarının arasında, pistte poz vermişti. Ya abisi ya sevgilisiydi. Kesin abisiydi...) arada duruşunu değiştirdi, temizlik için gelen personele yardımcı oldu.

...dışarı çıktığımda içeri ne kadar sıcak ve boğucuysa en az aynı etkide olan bir soğuk suratıma vurdu. Bir an kapının önünde durdum. İçeri girmeyi, yukarı çıkıp masasına oturmayı ve en azından telefon numarasıyla sonuçlanacak bir girişimde bulunmayı düşündüm. Belki o da benim gidişimi izlerken aynı şeyleri düşünüyordu, bilemezdim. Merdivenleri inerken bana kaşlarını kaldırıp bakmasını neye yoracağımı bilemezdim. Üstelik telefonla konuşmayı sevmiyordum bile...

4 yorum:

hiç kimse hakkında her bi şey dedi ki...

kız da seni fark etmiş bence. girer girmez üstelik. sana boş masayı göstermesi d o bahsettiğin 'ya konusursun ya da konusmazsın' olayındaki 'konusacaksan konusursun' hamlesini yapmıs ve konusmus. sonra kitabına dönmüş. tuvalete giderken 'bu masa dolu der misiniz?' içerikli cümlesi sana 2. bi pas atmaymış -bence-

keşke konuşsaymışsın diyorum ben;)

October Swimmer dedi ki...

Konuşsaydım yazacak bir şey kalmazdı ama

hiç kimse hakkında her bi şey dedi ki...

:) edebi olsun, temiz olsun dedin yani.. nie konussaydın belki yazacak daha cok seyın olurdu. belkı d o kız hayatının aşkıydı ya da daha enteresan gunler gecırmene neden olacak olaylar silsilesinin başlangıcıydı.. ah! hayat acaip enteresan, bunu asla bilemicez!!

hoş hikayenin ana kahramanı olarak sen bilmek istemedikten sonra bu kadar da dert edilcek bişi diil:)


PS: o nası bi hafızadır.. o nası bi detaycılıktır.. pes diyorum, şapka çıkarıyorum..

Sel dedi ki...

http://photos-c.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-snc3/hs084.snc3/15141_189490539938_560919938_2904658_6937073_n.jpg