28 Nisan 2011 Perşembe

Bundan başka dünyalar da var.

http://farm3.static.flickr.com/2583/3969903648_9603e2ec5e.jpg

Pause.


...O zaman bir kaç saniyeliğine bu tuşa basılmış gibi oluyor. Oturduğum masadaki dönen muhabbetten, hatta oturduğum masanın kendisinden soyutlanıyor ve sadece benimkilere bakan gözlere kitleniyorum. Dışarıdan ne kadar aptal göründüğümü hiç önemi yok. Zaten o esnada masamda komik bir şeyler dönüyorsa, dinliyormuş gibi görüneyim diye yüzüme yerleştirdiğim ilginç gülümse de beni kurtarmayacak. Çok da umrumda değil aslında, zira ben şu an tam karşımda, bana bakan yabancıya bakıyorum ve onu merak ediyorum.

Zamandan, mekandan ve ruh halimden bağımsız, bu yaşadığım "duraklamalar". Bazen güzel bir cumartesi günü, bazen de sıkıcı bir pazar günü... Kişiden de bağımsız, her seferinde işlemiyor, her gözgöze geldiğin kişiyle gelişmiyor. Evet, çoğu zaman hormonlar büyük rol oynasalar da olay karşı cinsten rastgele biriyle gözgöze gelip karşılıklı hoşlaşmadan daha öte bir şey.


Bu duraklamaları farklı yapan, karşılıklı merak ve neredeyse acıtan bir aşinalık hissi; uzaktan, kalabalığın içinde sadece gözlerle iletişim çabası; bazen eş zamanlı bir gülümsemeyle oluşan senkronizasyon; tüketmemek için arada başka taraflarla, ya da oturduğun masada oluşturduğun küçük dünyanla ilgilenme ihtiyacı yaratması ve pek tabii ki, hepsinin sonunun bir sürü "ya?", "acaba?" ve "eğer?" dolu düşünce balonu bırakacak şekilde aynı bitmesi.

Gözler hep farklı ama sonlar her zaman aynı oluyor. Gözlerden birinin sahibi, buruk ve bunu haketmişcesine uzatılan bir kaç bakıştan(one more cup of coffee for the road) sonra ilgili mekanı terkediyor, sonra evli evine, köylü köyüne...

Play.

Sonra oturduğum masaya geri dönüyorum. Yan masaları ilgisizce inceliyorum. Önümdeki tabağa, bardağa, menüye, kitaba, bilgisayara; yanımdaki sandalyelere, üzerlerinde oturanlara, onların günlük endişelerine; kendi günlük endişelerime, işime, nöbet tarihlerime, tatil planlarıma yöneliyorum. Biraz önce baktığım gözlerin sahibi, sunacağı çatallanan evrenler ve yaratacağı paralel dünyalar ihtimallerini alıp, Yalnızlıkland, Kayıp Çoraplar ve Penalar İmparatorluğu ve Kırık Kalpler Krallığıyla komşu, Olasılık Kızları Cumhuriyeti'ne gidiyor. Bir gün ziyaret etmemi ve sundukları sonsuz ihtimalleri ve değişik yaşamları sırayla yaşamamı bekleyen diğerlerinin arasına katılıyor.

24 Nisan 2011 Pazar

Sihirli Cumartesi, Sinirli Pazar

http://www.metalkingdom.net/album/cover/d8/14461_bon_jovi_someday_ill_be_saturday_night.jpg

Bir "groundhog day" deneyimi yaşayacak olsaydım, ya da herhangi bir günün hiç bitmeyeceğini bilseydim, o günün cumartesi olmasını isterdim.

Öyle özel bir cumartesi değil, alelade, tercihen ilk ya da sonbahara ait bir cumartesi olsun isterdim. Haftanın yorgunluk ve stresini cuma akşamında üzerimden atmış, ertesi günün pazar olduğunu bilmenin rahatlığıyla sadece kendim için ve yanımda olmasını istediğim insanlarla geçirdiğim bir günün sürekli tekrarlanması ya da hiç bitmemesi güzel olmaz mıydı?

Aslında düşününce, groundhog day'deki gibi sürekli tekrarlanması ve benim de bunun farkında olmam bir süre sonra sıkıntı yaratabilirdi. Tekrarlanacaksa da ben farkında olmayayım. Evet, şimdi konumuza dönebiliriz


Sabah nisbeten geç bir saatte uyanıp, kahvaltı sonrası biraz gezinti ve alışveriş, sonra evde dinlenip gece müzik dinlemeye çıkmak ideal bir plan olurdu ve okuyucu, müzik güzel olduğu sürece, emin ol hayatımın her gününü böyle geçirebilirim.

Bazen plan değişebilirdi. Kahvaltı sonrası alışveriş yerine yapmak istediğim, ancak vakit bulamadığım, ya da vakit bulamamayı bahane ederek yapmadığım şeyleri yapabilirdim. Müzik dersleri alabilir, ya da bir grupla stüdyoda prova yapabilir ve yahut dil kursuna gidebilirdim. Hatta kahvaltıdan sonra, taa akşam üstü rüzgarı beni ürpertinceye dek Üsküdar Çaycısı'nda yol kenarına bıraktığım arabam hakkında endişelenerek nargile içip etrafı seyredebilirdim de.

Anlaman gereken şu ki okuyucu, o sihirli günde her şey için vakit var ve istediğim her şeyi yapabilirim, istemiyorsam yatakta kalabilirim.

Şimdi şöyle bir şey yapalım. Bu sihirli günde kalmak isteyen yazıyı burada bitirebilir, daha az sihirli versiyonuna göz atmak isteyen ise aşağıdan devam edebilir.

http://991.com/newGallery/U2-Sunday-Bloody-Sun-6639.jpg

Rolling Stones haklı beyler! Her zaman istediğinizi alamıyorsunuz, hatta çoğu zaman istediğinizi alamıyorsunuz ve ne yazık ki büyülü cumartesiler umarken, elimizde kalanlar hep kasvetli pazarlar oluyor.

Akşamki eğlencenin dozunu kaçırdığınız, ölmek isteyecek bir baş ağrısıyla uyandığınız, öğleden sonra ancak kendinize gelebildiğiniz pazarlar; kendinize geldiğinizde pazartesiye ne kadar da az kaldığını farkedip gece uyuyuncaya kadar, bu henüz farkettiğiniz gerçekliğin bütün gününüzü mahvetmeye yettiği pazarlar; saatlerin pazartesine doğru zalim bir hızla ilerlediği, zamanı durdurmak istediğiniz, ancak battaniyenin altında kalmaktan başka bir şey yapamadığınız pazarlar; havanın yağmurlu olduğu pazarlar; havanın çok sıcak ya da çok soğuk olduğu pazarlar; tanıdığınız herkesin şehir dışında olduğu, tek başınıza dışarı çıkınca sadece tanıdıklarınızın değil, bütün şehrin şehir dışında olduğunu farkettiğiniz hayalet pazarlar; bütün dükkanların kapalı olduğu pazarlar; bütün etlerin bayat, bütün sebzelerin soluk olduğu pazarlar; akşamdan kalmalıkla dolu, çirkin pazarlar...

Bazen groundhog day deneyimini yaşadığımı, hayatımın sürekli tekrar eden ve ne yazık ki bunun farkında olduğum bir pazar gününden ibaret olduğunu düşünüyorum. İşin İronik yanı o pazardan, beni sevmediğim pazartesinin kurtarmasını beklemek oluyor.

Bu yazıdan, en sevdiğim günün Cumartesi olduğunu anlamışsındır, okuyucu.

17 Nisan 2011 Pazar

Rock Werchter

http://www.aquinohaymusica.es/wp-content/uploads/2010/03/200907_werchter.jpg

Tatil için çalışıyorum.

Evet, biri ne için çalışıyorsun diye sorarsa, cevap olarak bunu söyleyeceğim. Düşünüyorum aklıma başka bir şey gelmiyor.

Zaten Şubat ayı geçtikten sonra, havaların ısınması bana hep ekstra bir motivasyon sağlarken, bir de iki yıldır havaların ısınmasının yıllık izinle aynı anlama geldiğini anlamam, bana yaz aylarını iple çektiriyor. Aylar öncesinden başlıyorum planlara.

Geçen sene de yaptığım gibi, bu yıl da yıllık iznimi Haziran ve Eylül olmak üzere ikiye böleceğim. Daha önce. Eylül ayı için nihayet New York'a karar verdiğimi, ancak haziran için henüz karar veremediğimi yazmştım. Bu yaz İstanbul'da yapılacak konser/festivallere göz atarken, Iron Maiden'a heyecan yapıp, sevgili Cem kardeşimi de gaza getirmeye çalışırken, kendisinden gelen tokat gibi "Rock Werchter?" cevabıyla irkildim. Aslında yalan olmasın başta sallamadım. Sonra, bi ara "neymiş bu Rock Werchter" diye merak edip, festivalin resmi sitesine girip, line up'u görünce artık haziran için de bir planım olduğuna karar verdim.

Şöyle söyleyeyim(ya da copy paste yapayım):

THURSDAY
FRIDAY
SATURDAY
SUNDAY

Sadece Iron Maiden(zira Sonisphere'deki diğer gruplar çok çekmedi ilgimi) için dünyalar kadar masraf yapıp o küçücükçiftlik park'a gitmekten daha mantıklı geldi bu seçim bana ve beni gaza getiren cemden önce, bir çılgınlık edip biletimi aldım. 5 günlük kamp+festival bileti+20 adet yemek bileti toplam 630 lira civarı bir meblağ tuttu. Tabi üzerine vize ve uçak bileti de eklenecek ama tek günlük sonisphere'in sahne önü biletinin 520 lira olduğunu da belirtmekte fayda var.

Bundan sonrası ufak varyasyonlar artık. Uçak biletini nereye almalı. Direkt Brüksel'e mi inmeli yoksa bir iki gün önceden gidip bir daha Amsterdam mı yapmalı? Bunlar karar verilmesi gereken ufak detaylar. Gerisi ise 29 Haziran'da yıllardır itinayla uzak durduğum çadır(insanlar hala inanamıyor çadırda kalacağıma) ve dinlemeye değer bir sürü grup(Coldplay diyorum bak)

14 Nisan 2011 Perşembe

Pencereden Dışarı Bakan Adam

http://www.brusselspictures.com/wp-content/photos/MappaMundo2/mappa.mundo.view.outside.window.JPG

Pencereden dışarı bakan adam tehlikelidir. Pencerenin dışındaki dünyada neler olduğunu merak eder. Pencerenin dışındaki hayatlara özenir. O an için de olsa pencerenin dışında olmayı hayal eder.

Pencereden dışarı bakan adam, pencerenin gerisinde olanlara karşı ilgisini yitirmiştir. Ya da buna kendini inandırmıştır. İkinci seçenek daha kötüdür.

Pencereden dışarı bakan adam, sokaktan geçen insanların hikayelerini merak eder. Onların herhangi birini kendisiyle beraber, pencerenin gerisinde düşlemez, zira bir süre sonra yine pencereden dışarı bakacağını biliyordur.

Pencereden dışarı bakan adam, ara sıra pencereden içeri bakan adam olur. Kendisine sokaktan geçen insanların gözüyle bakar, ya da sokaktan geçen vücut bulamamış, öylece havada süzülen grotesk bir "göz" aracılığıyla... Böylece kendi hikayesini okumaya çalışır. Sanki kaçırdığı bir şeyler vardır ve bu şekilde bunların neler olduğunu anlayacaktır. Aslında içten içe bunu, sadece yaptıklarını, seçimlerini "objektif bir bakış" illüzyonuyla meşrulaştırmak için yaptığını bilir.

Pencereden dışarı bakan adam için pencerenin dışında olan şeyler dünyanın en güzel şeyleridir. Pencerenin dışında hayat vardır. Pencerenin dışında herkes mutludur. Bu "mutluluğu" aramak için pencere dışındaki hayata karışmaya çalışma teşebbüslerinin hepsinde, anında pencere gerisini özler.

Pencereden dışarı bakan adamın ait olabileceği tek yer pencerenin gerisidir. Pencereden dışarı, pencereden dışarıdakilere bakmaya, sadece bakmaya devam edecektir. Bu esnada pencerenin gerisinde gerçekten olan biteni kaçırmaya mahkumdur.