Cuma günü babam ameliyat oldu. Ses tellerinde, papül dediğimiz, nödülün biraz daha büyüğünden bir yer kaplayan oluşum vardı. Öğretmenlerin neredeyse hepsinde vardır. Ufak bir operasyonla alındı. Cidden ufak bir operasyon oldu. saat 10.10 gibi alındı,10.35'te çıktı. Bunun 15 dakikasının anestezi prosedürlerine gittiğini düşünürsek, 10 dakikada alıvermişler(ege ağzıyla söyleyelim:)). Bu tür ameliyatlarda ses tellerine ağızdan yaklaşılır, uzun aletlerle ve mikroskopla müdahale edilir, yani ameliyat denince akla gelen, klasik kesme-dikme işlemleri olmaz.
Tabi yukarıda yazdıklarımdan benim bu ameliyatın ne kadar rahat olduğunu bildiğim ve bundan ötürü bir o kadar da rahat olduğum izlenimine kapılabilirsiniz. Evet, teorik olarak herşeyini biliyorum. Hatta İspanya'da yaptığım KBB stajında bir kaç tanesine girip her seferinde "aaa ne kadar da basitmiş" şaşkınlığını da yaşamışlığım var. Ama iş aileye, babaya gelince herşey değişiyor, sevgili okuyucu.
Babamın yıllardır sesi kısıktı, onunla özdeşleşmiş bir özellik bu. Geçen kış bir aralar aklıma takıldı bu ses kısıklığı, sonra ya o araların yoğunluğundan gözümden kaçtı ya da kaçmasını istedim. Hani inkar edersem o ses kısıklığı kaybolur diye düşündüm. İşe de yaradı açıkçası ki, ağustos ayına kadar pek aklıma takılmadı bu durum. Sonra ağustos geldi, ben burada seçmeli stajım olarak KBB stajını seçtim. Haftada bir gün hasta bakmaya başladık. İşte o zaman hayatımı ufak çaplı bir cehenneme çeviren haftalar başladı.
Ses kısıklığıyla başvuran, 50 yaş üstü ve sigara kullanım öyküsü olan 5 erkek hastadan 4'ünde kanser çıkıyordu. Gerçek bütün çıplaklığıyla karşımdaydı ve acıtıyordu. "Babam kanser olabilir" diye düşünüyordum. Bunun düşüncesi bile beni yere yıkıyordu nerdeyse, her seferinde. Ağustos ayıydı, zaten duygularımı çok konuşan bir insan değildim, lakin çevremde konuşabileceğim kimse de yoktu. Kızlar,
N. ve
N. Eylüldeki TUS'a hazırlanıyorlardı, rahatsız etmek istemedim.
Y. ve
C. şehir dışındalardı. Dünyanın en panik iki insanı annem ve ablamla da bir ihtimal üzerine konuşamazdım, onları müthiş bir paniğer sürüklerdim. Babamı korkutmadan hastaneye getirmenin yollarını aradığım üç hafta, böyle içime atarak, en kötü senaryoları kurarak geçti.
Üstelik yoğun bir şekilde de çalışmam gerekiyordu. Çalıştıkça ve tıbbın içinde kaldıkça babam aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Hergün aklıma en kötü ihtimal olan, babamın gerçekten de kanser olduğu ve gırtlağının tamamen çıkarıldığı ve hayatı boyunca bir daha sesinin çıkmayacağını bilerek,boğazındaki küçük bir delikten nefes aldığı senaryosu geliyordu. Düşündükçe içim kararıyordu... İşte bu zamanlarda doktor olmak berbattı. Bütün ihtimalleri bilmek, açılacak bütün kapıların arkasındakileri zaten görmüş olmak. Düşünsenize babanızın olabileceği bütün örnekler hergün hastanede gözünüzün önünde.
Neyse daha fazla uzatamayayım. Sonunda ağustos ortasında babamı bir şekilde ikna ettim ve hastaneye götürdüm. Önceden bütün ayarlamaları yaptığımdan direkt bizi
Dr. M'nin beklediği polikliniğe gittik.
M. endoskopla bakarken nefesimi tuttum. Aşağıda kamera sistemi olmadığından ses tellerini ben göremiyordum. Ufak bir parantez açalım hemen: ses telleri kanserlerinde gözle muayene çok büyük ölçüde tanıyı verir, ama yine de kesin sonuç alınacak parçanın patolojik değerlendirmesi sonucunda olur. 30 saniye bile sürmeden teşhisi söylemesine rağmen bana dakikalar geçmiş gibi geldi. Teşhis
polip'ti, çok büyük ihtimal iyi huyluydu, ama dediğim gibi
kesin sonuç ameliyat sonrası belli olacaktı. Ertesi gün hocaların da katıldığı konseyde ameliyat kararı verildi.
KBB konseyinde ilk ve tek hastamı sundum, o da babamdı.
Dediğim gibi geçen cuma ameliyat oldu babam. Parçayı patoloji'ye götürdüm,20 Ekim'de sonucun çıkacağını söylemişlerdi. Ama ilgili hocayla konuşursam daha erkene alabileceğimi biliyordum.Bu sabah, istemeye istemeye
A. hocayla konuşmaya gittim. Hocadan birşey rica etmenin sıkıntısı değildi isteksizliğim,
A hocanın mükemmel bir insan olduğunu duymuştum(ki öyle de çıktı). İçten içe sonucu öğrenmek istemiyordum, kötü birşey çıkmasından korkuyordum, yine kaçmaya çalışıyordum aklımca... Hoca, kibarlıkla öğleden sonra gelmemi, beraber bakacağımızı söyledi.
"Öğleden sonra" olana kadar bir yıl daha yaşlandım sanırım. Birşeyler okudum, tek kullanımlık sohbetler yaptım, normalde iki haftaya atacağım işlerimi hallettim ve sonunda "öğleden sonra" oldu ve hocanın yanına gittim. A. Hoca, preparatı bulup mikroskopa koydu ve yan taraftaki vizördenbenim de bakmamı istedi. Bütün kesitleri gezdik, doku gayet düzenli görünüyordu ve hoca espriler yapıyordu. Bu iyiye işaretti. Bir iki dakika baktıktan sonra, nihayet babamın kanser olmadığı haberini verdi bana. Üzerimden bir yük kalkacağını biliyordum ama bu kadar dramatik bir mood değişikliği beklemiyordum. Anlamsızca gülümseyerek ve bir sürü teşekkür ederek çıktım. Bir kaç telefon konuşmasıyla diğer endişelileri rahatlattım. Kendimi aylardan sonra özgür hissettim.
Bunu da böyle atlattım ama biliyorum ki değişmeliyim. Bu kadar anksiyöz olmamalıyım, en azından birileriyle konuşmalıyım. Babam 59, annem 47 yaşında. Yaşlanıyorlar, hastalıkları olacak, belki hayatlarını sona erdirecek kadar ciddi hastalıkları olacak. Buna kendimi hazırlamam gerekiyor. Tamam, "işin içinde olmak" herşeyi değiştiriyor, ama en ufak ihtimallerde bile nerdeyse dağılacak hale gelmek gerçekten yıpratıcı. Bu durumla bir şekilde başedebilmenin yolunu bulmalıyım, bu meslekten herkes nasıl yapıyorsa ben de öyle yapmalıyım. Çünkü bu şekilde devam edebilmek gerçekten zor olacak...