29 Ekim 2008 Çarşamba

İstanbul

http://img2.blogcu.com/images/b/u/n/bunyaminakkaya/istanbul.jpg

Kendimi, bir 10 yıl sonrasını düşünerek, Türkiye'nin herhangi bir şehrinde çalışıyor ve yaşıyor olarak tasavvur edebiliyorum. Biri hariç, İstanbul.
Çok gezmedim İstanbul'u, ziyaretlerim genellikle transit yurtdışı geçişlerinde geçirilecek saatler, kongre çerçevesinde bir kaç gün veya arkadaş ziyaretine bir hafta gibi maksatlarla oldu. Kafalardaki "tanımıyorsun, bilmiyorsun nasıl böyle kesin bir fikir edinebiliyorsun" sorusunu duyabiliyorum. Evet, tanımıyorum yeterince ama yine de sevemiyorum. Kendimi güvende ve rahat hissetmiyorum İstanbul'da olduğum anlarda, ve hatta İstanbul'u düşündüğüm zamanlarda...

İstanbul konusunu neden açtım peki? Malum, önümüz TUS. 6-7 ay sonraki tercih zamanında şapkamızı önümüze alıp düşünme vaktimiz gelecek. İstanbul'u masadan kaldırmak demek, herhangi bir uzmanlık şansına girme şansını en az 3 kat arttıracak bir seçenekler ordusunu geri tepmek demek aslında. Şimdi buradaki soru: Acaba herşeyin çılgınlaşacağı tercih zamanında ben böyle derin bir rejeksiyonu sürdürecek miyim? Hayır, bu soru doğru durmadı. doğru soru şu olmalı: Acaba herşeyin çılgınlaşacağı tercih zamanında ben böyle derin bir rejeksiyonu sürdürdüğüm için, ileride pişman olacak mıyım?

Ey okuyucu, sen de anlıyorsun ki, yazar burada vicdan muhakemesine giriş yapmaya çalışıyor? Ama göremediğin şey şudur ki; yazarın bu yazıyla ilgili gizli bir gündemi var. O gizli gündemle ilgili satır arasında söyleyecekleri için top çeviriyor olabilir bu ana kadar. Ya da yazarın canı sıkıldı kafana anlamsız kuşkular salarak, dikkatinin dağılmamasını istiyor...

Konuya dönecek olursak, cidden bazen düşünüyorum, İstanbul'u yazsam orada uzmanlığa başlasam nasıl olur diye. Hemen içim sıkılıyor. Birilerinin beni sürekli rahatsız edeceği dolandıracağı, gasp edeceği, paramın geçinmeye yetmeyeceği senaryolar kafamda dönüyor, ayrı bir yer gibi geliyor orası, En son izlediğim Üç Maymun'un da teyid ettiği, hatta diğer yüzlerce sinema filminin gözümüze soktuğu kötülükland gibi geliyor. Tüm kötülüğün, acının, sefaletin, fakirliğin, şiddetin vücut bulduğu şehir... Tolkien için Mordor neyse, Neo-con'lar için bir zamanlar Moskova, şimdi Tahran neyse, Beyaz ve güzel İzmir'li için Kadifekale neyse benim için de o oluyor İstanbul. Bu şehirde yaşamayı istemem için cidden geçerli bir sebebim olmalı, vaatler çekilecek sefaletten daha üstün olmalı, yıllardır peşinde koşulan imkansız hayalin, Rüya'nın gerçekleşme umudu olmalı. Aksi takdirde İstanbul tercih zamanı masada olmayacaktır.

Şimdi tekrar soruyorum, okuyucu; Bütün bu açığa çıkan düşünceler ve önyargılar ışığında, böyle derin bir rejeksiyonu sürdürmek ileride muhtemel bir pişmanlığa sebep olur mu?

Hiç yorum yok: