Günün başından beri yağmurun yağacağı belliydi. Böyle bir havada kütüphaneye gitmemek için direnen içimdeki bütün parçaları bastırdım ve geç de olsa yola çıktım. Eskiden nefret ettiğim ama iki yıldır nedense artık pek bir sevdiğim havayla karşılaşınca mutlu oldum. Kurşuni gökyüzü,havada garip bir nem,ürperten bir rüzgar... Eskiden bu havayı "kabız çocuğa" benzetirdim,içindekileri bir çıkarsa rahatlayacak gibi bu hava da yağmuru bir dökse çok daha iyi hissedecek diye düşünürdüm.
İşte o kabız çocuk havası vardı dışarıda ve ben memnundum. Hatta kütüphaneye giderken yeni gelen sonbaharı biraz daha hissetmek için klasik rotamı izlemek yerine kampüsün içinden geçtim. Yollar bomboştu,hızımı iyice yavaşlatırken camı açıp serin havayla biraz üşümek istedim. Garip bir şekilde o sonbahar kokusu,sararmış yapraklar,bulutlu gökyüzü ve kampüs beni bu şehre ilk geldiğim zamana,6 yıl öncesine götürdü(tam 6 yıl olmuştu). O zamanı hatırladım. Yağışlı bir sonbahar,kampüsteki iğrenç KYK yurdu,sancılı adaptasyon evresi... 6 Yılın ne çabuk geçtiğini düşündüm,o zaman olduğum kişiyle şimdiki Ben'i düşünmeye başladım. İzmir'in sonbahar'ı çok güzeldi...
Yeni keşfettiğim yolla,iletişim fakültesinin yeni binasının inşaatının oradaki alt geçitten tıp kampüsüne girdim ve nihayet hergün dönüp dolaşıp gittiğim kürkçü dükkanım,kütüphaneme vardım. 4-5 saat çalıştım,gelirken dolan yaşam enerjim damarlarımdan çekildi adeta. Çıkıp Y.'e uğradım. Alsancak,sıcak çikolata ve belki nargile gibi planlarımız vardı. Nasıl olduğunu anlamadan Çeşmealtı'na balık yemeye gitmek üzere evden çıktık.
Olay şöyle gelişti aslında: Çıkmadan önce 5-10 dk televizyon karşısında otururken National Geographic'te balıkçı bir adamın öyküsü vardı. Sonra ben yıllardık kalamar yediğimi ama gerçekte neresini yediğimi bilmediğimi söyledim. Sonra google'a sorduk,o sırada canımız balık çekti. Ben,hazır Alsancak'a gitmişken Tayfa balık evinde yemek yemeyi önerdim. Onun önerisi biraz daha radikaldi:) İlginç de görünüyordu,hemen çıktık.
Ufak bir şehir turu içerecek bir rota izledik. Liman tarafından Alsancak'a girdik,Fuar'ı izleyip,Fransız kültür'ün oradan cumhuriyet caddesine geçip konağa,sonra dümdüz sahil yoluyla "yabancı topraklar",Güzelyalı,üçkuyular,narlıdere,güzelbahçe,urla ve nihayet Çeşmealtı'na vardık. Bu arada GPS cihazı her ne hikmetse bizi sürekli otoban'a sokmaya çalışıyordu,sonunda daha fazla direnmeden istediğimiz rotayı o da kabul etti. İzmir'den çıkana kadar yağmur yağmıyordu. Hava gri,üstündeki şileplerle garip bir kompozisyon oluşturan deniz ise yeşildi. Güzelbahçe'de ufak ufak serpiştiren yağmur çeşmealtı'na vardığımızda sağnak halini almıştı bile.
Oldukça kişisel,hatta sevgili günlük modunda bir yazı oldu belki de,ama oldukça güzel ve dolu bir gündü. 8 aydır ve bundan sonraki 7 ay boyunca günlerim birbirinin sıkıcı bir kopyası olduğundan bu günün bir kaç kelam yazıyı hakkettiğini düşündüm. İki sonuç da çıkardım kıssa'dan hisse hesabı:
1- Balıkçı restoranlarında fiyatları önceden öğrenmek,sizi yemeğin sonundaki sürprizlerden korur.
2-İrmik helvasını anneler yapmaya devam etmeli.
so long and thanks for all the fish...
2 yorum:
Büyük bir keyifmiş. Balık diyince akan sular durur yada durmalı :) Ramazan nedeni ile uzak kaldığım bu lezzetin keyfine varan birini okumakta güzeldi..ve helva da. Hatta üzerine orta şekerli bir türk kahvesi :)
aaa türk kahvesi eksik kaldı:(
Yorum Gönder